DEVLETE DAİR…

En basit biçimiyle çözüm; tüm insanların, insan olmaktan dolayı kazandıkları temel hakları tanımak ve bu hakların kullanımını güvenceye alan kurumsal ortamın yaratılmasıyla olanaklıdır! Devletin görevi, sorumluluğu ve ödevi, tüm vatandaşlarına, vatandaş olmakla kazanılan haklarını kullanabilecekleri ortamları yaratmak ve hak kullanma özgürlüğünü fırsat eşitliği temelinde sağlamaktır. Zaten özgürlükler hakların kullanımı ile ilgilidir.

Lafın özü, temel hakların tümü hiçbir ayrım gözetilmeksizin uygulanabilirlik güvencesine kavuşturulmalıdır. Toplumda var olan sorunlara bakıldığında; ayrımcı yaklaşımlardan kaynaklanan, etnik ve inanç gruplarıyla ilgili sorunların olduğunu görürüz. Bu sorunlar demokratik bir biçimde çözülmediği sürece sonuçlarla savaşmaktan kurtulamayız. Nedenler ortada dururken sonuçlarla savaşmanın mantıklı ve tutarlı bir yanı yok! Asıl olması gereken, istenmeyen sonuçlar üreten nedenleri ortadan kaldırmaktır...

.” Toprak bütünlüğüne bağlı olarak siyasal bakımdan örgütlenmiş millet veya milletler topluluğunun oluşturduğu tüzel varlık.” Sözlükteki devlet tanımı böyle. Ancak bireylerden oluşan devlette, amaç ortaklığı bağlamında iradi katılım göz ardı edilemez. Özgür iradi katılımın toplumsal sözleşmesi anayasadır. Yurttaşlar anayasanın yapımına temsilcileri aracılığıyla katılırlar.

Tanım ve kavramlar belirli aralıklarla veya önemli dönemeçlerde yeniden tanımlanmalıdır. Aksi taktirde değişimin gerisinde kalarak yetersiz olabilirler. Bu doğrultuda bir tanım denemesi yapalım: Özgür iradi katılımla veya zorunluluklar nedeniyle bir araya gelen; belirli bir toprak parçasını yurt belleyen dil, din, ırki inanç ve örf gibi ortak paydası olan ve amaç ortaklığıyla birlikte yaşamaya karar verenlerden oluşan en büyük sivil yapılanmaya devlet denir.

Devletin temel görevi, kendisini oluşturan farklı bireylerin yaşama ilişkin sorunlarını çözmek ve her bireyine, insan onuruna yaraşır bir yaşam sağlamaktır. Tüm bireylerinin mal ve can güvenliğini güvenceye almaktır. Devletin oluşumuna omuz veren özgür iradi katılımcı bireylerin, yaşama ilişkin sorunlarını çözmektir. Yaşama ilişkin sorunları ki, bu devletin asli görevlerindendir; sağlık, eğitim ve güvelik bunların önde gelenidir. Çağdaş devletler, demokratikliğin yanı sıra, sosyal hukuk devleti sıfatını da taşırlar. Anayasamızın 2. Maddesi şöyle diyor: Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir. Cumhuriyetin nitelikleri bu şekilde tanımlanıyor ve bu tanımlamayı yapan anayasamız yürürlüktedir(!)

Devlet öz görevlerini soyunduğu zaman, sıradan vatandaşlar öksüz kalır. Bu konuda Atatürk şu veciz sözü söylemiştir: “Cumhuriyet, kimsesizlerin kimsesidir.” Devlet öz görevlerini (eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik) özel sektöre devredince kamusal alan daralır. Kamusal alan, kamusal etkileşimin olduğu ve kamu yararına kararların üretildiği alandır. Bu alan, özgür bireylerin ülkeleriyle olan bağlarını güçlendirir. Yönetime ve kararlara katılım, demokratikliğin ve sosyal hukuk devletinin olmazsa olmazlarındandır. Kamusal alanda üretilen çözümler, ülkeyi yönetenlere yol ve yöntem gösterir. Demokratik bir yapı her koşulda tüm vatandaşlarının yaşama ilişkin hak ve çıkarlarını an olarak ve gelecekleriyle birlikte güvenceye alır.

Devlet, tartışmasız olarak her koşulda ülkenin çıkarlarını korumakla yükümlüdür. Ülke çıkarı, sınırların güvenceye alınması ve ülke kaynaklarının halkın yararına korunması ve kullanılmasıdır. Devlet görevlerini yargı, yasama ve yürütme organları eliyle yerine getirir. Yasamanın temel görevi kanun yapmaktır. Devlet bütçesi, bütçe yasası ile belirlenir ve meclisin onayı ile yürürlüğe girer. Bütçe harcamalarının denetlenmesi de yasamanın görevidir. Bu noktada şeffaflık ve hesap verebilirlik söz konusudur.

Yürütme yetkisi kapsamında devletin alışılmış günlük işlerini yapma yükümlülüğü vardır. Yasama organının ülke yararına çıkarmış olduğu kanunları uygulamak ve ülkenin dış ilişkilerini yönetmek de yürütmenin görevleri arasındadır.

Hukukun üstünlüğü temelinde adaletin sağlanması, yargının görevidir. Yurttaşlar ve kurumlar arasındaki uyuşmazlıkların çözülmesi, yargının öncelikli görevleri arasındadır. Yasaların anayasaya uygunluğunun denetlenmesi de yargının görevleri arasındadır. Yargı yetkisi toplumun düzenini sağlamak, temel hak ve özgürlükleri korumak amacını gerçekleştirir.

Devletin sosyal görevleri sosyal güvenliği ülke gerçeklerini dikkate alarak ve adil bir biçimde gerçekleştirmektir. Bu işlem özellikle gelir dağılımı adaletinin sağlanmasına olanak tanır. İç barış fırsat eşitliği temelinde adil paylaşımı zorunlu kılar. Genellikle toplumsal sorunların büyük bölümü paylaşım temellidir. Zaten demokratik olmayan toplumlarda paylaşımlar adil olmadığı gibi, bazı hallerde ve bazı kaynaklar; sen, ben, bizim oğlan üçgeninde paylaşıldığı için genel paylaşıma kapatılmış olabilir(!)

Devletin gözetim ve denetiminde olan ve vatandaşlara ait olan yer altı ve yer üstü kaynakları, doğal çevre ve kaynakların önde geleni insan kaynağı en iyi şekilde korunmalı ve bu kaynaklardan en akılcı yol ve yöntemlerle yararlanılmalıdır. 

Bir değerli maden işletilmek istendiğinde mutlaka onun getirisine ve neden olabileceği götürüsüne bakılmalıdır. Şimdi Kaz Dağlarını eski haline döndürmek, oradan kazanılanların tamamıyla bile mümkün olamaz! İliç’te yaşamın kesik damarları kaldı geriye(!)Dağ taş, kurt kuş ne varsa hepsi yaşama kapılarını kapattı. Emperyalistler ve onların işbirlikçileri kazanacak diye, ülkeyi mahvetmenin izah edilebilir bir yanı yoktur ve olamaz! Eğer adam gibi maden çıkarmayı beceremiyorsan, ona hiç dokunmayacaksın. Ta ki, adam gibi çıkarabilir düzeye erişinceye dek. Kamu yararı ve ülke çıkarı umurunda olan hiçbir kişi yağmacı madenciliğe izin vermez! Kanadalı madenci ülkesinde bir ağaç dalını kesemezken, ülkemizde ormanlarımızı ve onun yanı sıra tüm yaşamı mahvediyor!

Devlet, tartışmasız olarak her koşulda ülkenin çıkarlarını korumakla yükümlüdür. Ülke çıkarı,  sınırların güvenceye alınması ve ülke kaynaklarının halkın yararına korunması ve kullanılmasıdır. Fakat özelleştirmenin bu kurallara uyulmadığını göstermektedir. Özelleştirmeye ilişkin bazı örneklere bakmakta yarar var:

Balıkesir SEKA Fabrikası 1,1 milyon dolara satıldığında piyasa değeri 52 milyon dolar olarak belirlenmişti.

Tekelin bir bölümü MEY AŞ’ye 24.02. 2004 tarihinde 292 milyon dolara satıldı. Bu şirket iki yıl sonra bu işletmeyi 810 milyon dolara sattı. İki yıl içinde ülkenin kaybı 518 milyon dolar(!)

Giresun SEKA 5milyon liraya (3.5 milyon dolar)satıldı. Alan şirket, beş yıl üretim yapmakla yükümlüydü. Bu şirket dürüstçe ve ülke çıkarını gözetmeden hareket etti.  Şirket, TEDAŞ’a, SSK’ya, maliyeye, belediyeye ve işçilere, 40 milyon lira borçlandı ve fabrikayı kapattı. Devlet(yönetenler) bu gelişmeleri görmedi.  Adam makine ve teçhizatı hurdaya 11 milyon liraya sattı. Şirketin arazisini 68 milyon liraya satarak 74 milyon lira kar etti(!)

Bu özelleştirmelerde halk yararına devlete sahip çıkılmadığı görülmektedir. Öteki özelleştirmelerin bunlardan farkı yoktur. Telekom’un satışı kelimenin tam anlamıyla tüy dikmiştir. Adam karlarını ülkesine aktarıp, borçlarını bırakarak gitmiştir. Yetkililer bununla ilgili hiçbir şey yapmamıştır(!)

Bu ülke yararına olmayan özelleştirmelerin yanı sıra, ülke içinde üretmek yerine ithalat tercih ve teşvik edilmiştir. Birkaç ithalatçının çıkarı ülke çıkarının önüne geçirilmiştir. Oysa ülkenin üreticileri kollanıp tercih edilmiş olsaydı; bundan tüm üretim ve tüketim zincirinde yer alan halkalar yararlanmış olacak ve paramız ülke içinde kalacaktı. Kaynakların kullanımında kamu yararı nedeniyle bu işleri kesinlikle devletin yapması gerekir. Maden çıkarılacaksa bunu devlet yapmalıdır.