ÇOCUK HAKKI

Deprem bölgesinde travma yaşayan çocukların eski normal hayatlarına dönmeleri imkânsızdır.
Mümkün olduğu kadar sorumlular, gönüllülerle birlikte çocukların önce fiziki ihtiyaçları karşılanmalıdır. Hijyen, giyim, gıda her şeyden önce barınacağı bir ortam. En fazla çadır ihtiyacı duyuluyor.
Depremden hemen sonra dünyanın her yerinden gelen yardımlar devam etmeli. Çok geç kalmadan travmayı atlatabilmeleri için ruhsal sağlık önemli, terapi yapılması gerekir.
Spor sahasından dünyaya iletilen oyuncak etkinliği, fotoğrafları tarihe kayıt olarak geçti. Fakat oyalama zamanı uzun sürmemeli, en kısa zamanda okul hayatına dönmeleri, çektikleri acıları, sözle, yazıyla, resimle müzikle anlatma imkânı verilmelidir.
Biraz önce televizyon yayınında bir ay sonra deprem durumu konuşuluyordu. Almanya ekibinde yardım eden bir gönüllü anlatıyordu. On bir yaşında bir çocuk başından yaralı olarak enkazdan çıkarılıyor. Doktor yarasını pansuman etmek istiyor. Çocuğun sözleri içler acısı, beni bırakın, enkaz altında kardeşim hâlâ yaşıyor, onu kurtarın, diyor. Annesinden haber yok, babası vefat etmiş, henüz çocuğun haberi olmamış.
Bunun gibi dramlar anlatılıyor. Ailesini kaybeden çocuklar, çocuklarını arayan aileler. Arayanı olmayan kimsesiz kalan çocuklar.
Kimsesiz çocukları koruma çarelerinden biri evlat edinme. Bu konuda tutanaklar iyi tutulmalı. Zira çocuk belli bir yaşa gelince kökenini bilmek, aramak ihtiyacını duyuyor.
Bavyera televizyonunda şöyle bir hikâye gösterildi. Yetişkin iki çocuğu olan, evli, mesleği oyuncu olan yetişkin bir anne. Yıllar sonra evlatlık verildiği kente Hindistan, Kalküta’ya gidiyor.
Evlatlık veren misyoner dini bir kuruluş, çok etraflı tutanaklarında yazıları okuyunca şimdi rahatladım, diyordu genç kadın. Öz annesi hasta, sonra vefat etmiş ve çocuk yurda teslim edilmiş. Bavyera eyaletinde bir aileye evlatlık veriliyor. Ailede hayatı, çocukluğu prensesler gibi geçiyor. Fakat Hintli görünüşüyle okulda ve çevresinde ayrımcılığa uğruyor.
Daima stres altında çocukluk ve okul hayatı geçiyor. Anne, babamdan övgü almalıydım. Öteki arkadaşlarımdan çok daha iyi olursam, iyi not alabilirim. Neticede çok yönlü yetişiyor. Oyunculukta oldukça tanınmış ve başarılı. Buna rağmen bir yanını hep noksan hissediyor.

Evlatlık verilen veya afet gibi nedenlerle travma yaşayan çocuklar, zamanında psikolojik tedavi, terapi almazlarsa gelecek kuşaklara etki ediyor. Mutsuz, üzgün, korkuların sebebini bilmeden yaşıyorlar ve onlar da sonraki nesillere yansıtıyorlar.
Berlinli besteci, müzisyen Marc Sinan’ın yazdığı biyografi romanı, Gleissendes Licht, Aydınlık Yayan Işık.
Romanın kahramanı Kaan 1915 yılında evlatlık verilen anneannesi ve dedesinin dramını yazıyor. Dedesi tarihi çok iyi hatırlıyor. Anneannesi küçük yaşta uyanınca yabancı bir yatakta, komşunun evinde uyanıyor. Anne ve babasının nerede olduğunu bilmiyor. Gelince beni bulamazlar diye pencere önünden ayrılmıyor. Hayal, meyal nasıl yurda verildiğini evlatlık verildiğini bu roman yazılırken hatırlamaya çalışıyor.
Yazmak ta bir terapidir. Torunu bu romanı bitirince rahatlıyor.
Marc Sinan 1976 yılında dünyaya geliyor. Annesi Türk-Ermeni ve  babası Alman. Anneannesi ve dedesi ile çok yakın, sıcak ilişkisi var. Her Yaz tatillerini Karadeniz Bölgesinde geçiriyorlar. Annesi Nur Hanım, babası Manfred Bey Almanya’da yaşıyor. 
Anneannesi Vahide Hanım ve dedesi Hüseyin Bey, Mustafa Kemal Atatürk zamanını çok olumlu anı olarak hatırlıyorlar. 
Hüzün, duygu dolu bu roman çok yankı getirdi. Okumaya çok davet alıyor.
Özlem Sarıkaya’nın moderatörlüğünü yaptığı, Bavyera televizyonu BR-PUZZLE yayınında romandan haberim oldu.
Afet bölgesinde kimsesiz kalan çocukların hakkını vermek şarttır. Bu durumda evlatlık verme, durumu belgelerle iyi yazılmalıdır. Çünkü ileride aslını, geldiği yeri ve akrabalarını aramak ihtiyacı duyacaktır. O kapıyı açık bırakmakta fayda var.
Yazar Türkçe adı ve görünümü Türk-Ermeni geçmişi nedeniyle Almanya’da ayrımcılığa uğruyor. Aynı şekilde Ermeni olması nedeniyle anneannesi ve dolayısıyla ailesi Türkiye’de ayrımcılığa uğruyor, hor görülüyor. Bu nedenle her iki ülkede çoğunluk toplumu mutlaka böyle kitapları okumalıdır.
Romanın tamamında besteci, gitarist olan yazarın müziği ve ritmi hâkim. Harflerle müzik şeklinde tanımlamak gerekir.
Kitabı zevkle okudum, okurken Türkiye ve Almanya arasında adeta seyahat ediyor okur. Tekrar okumayı arzu ediyorum, o halde çok güzel bir kitap. Müzik ve tarih birlikte şahane işlenişi var.
Almanya’da çocuk ve torunlarımız çok etraflı derin duygulu, verimli Almanca kitaplar yazıyorlar. Türkçe’de bizim, Almanca’da bizim diyerek desteklemeliyiz. 
Çok yakında romanın film yapılacağını duyarız, herhalde. Kızgınlık, öfke ve intikam yerine affetme sanatı izah ediliyor.


Başka yerde nur içinde yatılacağına, burada nur içinde yaşanır.                       
Cevat Şakir, Halikarnas Balıkçısı

Okuyarak kalın!