Ça­ğı­mı­zın Ses­siz Sal­gı­nı: Hu­zur­suz­luk

Za­ma­nın ruhu mu desem, ya­şa­mın zor­luk­la­rı mı bil­mi­yo­rum ama ha­ya­tın ko­şuş­tur­ma­ca­sı için­de durup bir an dü­şün­dü­ğü­müz­de, et­ra­fı­mız­da gi­de­rek artan bir "hu­zur­suz­luk" hissi ol­du­ğu­nu fark ede­riz. Bu, sa­de­ce bi­rey­sel bir durum ol­mak­tan çıkıp, mo­dern top­lu­mun genel bir ruh ha­li­ne dö­nüş­müş du­rum­da. Sabah uyan­dı­ğı­mız andan gece ya­ta­ğa gi­rin­ce­ye kadar zih­ni­miz­de dönen dü­şün­ce­ler, ye­tiş­me­si ge­re­ken işler, sü­rek­li bağ­lan­tı­da olma hali ve bir şey­le­ri ka­çır­ma en­di­şe­si, he­pi­mi­zi gö­rün­mez bir ağın içine çek­mek­le kal­mı­yor biz­den çok şey alıp gö­tü­rü­yor.


Peki, bu hu­zur­suz­luk tam ola­rak nedir so­ru­su­na cevap ver­mek pek kolay değil. Ge­nel­lik­le ta­nım­lan­ma­sı zor, içsel bir ra­hat­sız­lık, tat­min­siz­lik ve sü­rek­li bir ara­yış hali ola­rak te­za­hür eder. Bazen be­lir­siz bir kaygı, bazen de somut ne­de­ni ol­ma­yan bir sı­kın­tı şek­lin­de ken­di­ni gös­te­rir. İş ha­ya­tın­da per­for­mans bas­kı­sı, sos­yal med­ya­da mü­kem­mel ha­yat­lar ser­gi­le­yen­ler­le ken­di­mi­zi kı­yas­la­ma, re­ka­bet, ka­zan­ma hırsı, eko­no­mik be­lir­siz­lik­ler ve ge­lecek kay­gı­sı hu­zur­suz­lu­ğu bes­le­yen baş­lı­ca ana kay­nak­lar ara­sın­da say­mak müm­kün. Bir de gerek ül­ke­miz­de gerek dün­ya­da artan so­run­la­rın ruh­sal dün­ya­mı­za si­ra­yet et­me­si en­di­şe zin­ci­ri­ni güç­len­di­re­rek hu­zur­suz­lu­ğu art­tır­mak­ta­dır.

Ça­ğı­mız dün­ya­sı­nın tek­no­lo­jik ge­li­şi­mi­nin sun­du­ğu son­suz bağ­lan­tı im­kân­la­rı, pa­ra­dok­sal bir şe­kil­de bizi daha da yal­nız­laş­tı­rı­yor. Sü­rek­li akıl­lı te­le­fon­la­ra bakma ih­ti­ya­cı, bil­di­rim ses­le­ri­nin esiri olma, ger­çek ha­yat­ta­ki et­ki­le­şim­le­rin ye­ri­ni sanal olan­la­ra bı­rak­ma­sı, de­rin­le­me­si­ne bağ­lar kur­ma­mı­zı en­gel­li­yor. Bu da içsel bir boş­luk ve hu­zur­suz­luk ya­ra­tı­yor. Her an her şey­le­re ula­şa­bil­me ya­nıl­sa­ma­sı, as­lın­da hiç­bir şeye tam ola­rak odak­lan­ma­ma ve anı ya­şa­ma­mı­zı en­gel­le­yen bir­çok neden zin­ci­ri bizi boş­luk­lar­da gez­di­ri­yor. Her zaman di­na­mik ve canlı olma hali hem yo­ru­cu hem de ruh ha­le­ti­mi­zi ör­se­li­yor. Çoğu zaman çıkış yolu da bu­la­mı­yo­ruz. Bize su­nu­lan dü­ze­nek­ler di­zi­si için­de bey­hu­de ara­yış­la­rın birer apa­ra­tı ha­li­ne gel­mek­ten öteye git­me­yen sek­ter bir hayat.


As­lın­da in­sa­nın ruh­sal den­ge­si­ni den­ge­de tut­mak bu­gü­ne özgü bir şey de­ğil­dir. Fer­nan­do Pes­soa, 1929 yı­lın­da Hu­zur­suz­lu­ğun Ki­ta­bı­nı bi­tir­di­ğin­de o dö­nem­de tek­no­lo­ji ke­li­me­si emek­le­me dö­ne­min­de bile de­ğil­di. O zaman da hu­zur­suz­luk vardı. Çünkü hu­zur­suz­lu­ğun ken­di­ne göre bir ya­şa­mı alanı var­dır. Bu­gün­kü kadar ol­ma­sa da her çağda in­san­la­rın duygu dün­ya­sı­na si­ra­yet et­miş­tir. Yaşam mut­lu­luk­la acı ara­sın­da gidip gelen bir sar­ka­ca ben­zer. Bu bakış açı­sı­nı ir­de­le­yen bir­çok dü­şü­nür ol­muş­tur. Fer­nan­do Pes­soa, insan ya­şa­mı­nın de­rin­lik­le­rin­de hu­zur­suz­lu­ğun kay­na­ğı­nı arar­ken ya­şa­ma bir tanım ge­ti­rir. “Yal­nız­ca his­set­me­yen­ler acı çek­mez­ler ve en yük­sek, en say­gın, en ted­bir­li in­san­lar ön­ce­den gör­dük­le­ri acı­la­rı çe­ker­ler ve hor gör­dük­le­ri baş­la­rı­na gelir. Buna, yaşam denir.”

Hu­zur­suz­lu­ğun bir diğer önem­li kay­na­ğı ise mü­kem­me­li­yet­çi­lik­tir. Hem ken­di­miz­den hem de çev­re­miz­den bek­le­di­ği­miz aşırı stan­dart­lar, sü­rek­li bir ye­ter­siz­lik hissi ya­ra­tı­yor. Hata yap­mak­tan kork­ma, her şeyi kont­rol etme ar­zu­su, bek­len­ti­le­rin al­tın­da kalma en­di­şe­si, ru­hu­mu­zu da­ral­tan ve içsel den­ge­yi bozan un­sur­lar… Oysa hayat, ku­sur­la­rıy­la, dü­şüş­le­riy­le ve kal­kış­la­rıy­la bir bü­tün­dür. Bu ger­çe­ği kabul etmek, hu­zu­ru­mu­za giden yolda önem­li bir adım­dır.


Bu ses­siz sal­gı­na karşı ne ya­pa­bi­li­riz? Ön­ce­lik­le far­kın­da­lık ge­liş­tir­mek büyük önem ta­şı­yor. Ne zaman, ne­re­de ve neden ken­di­mi­zi hu­zur­suz his­set­ti­ği­mi­zi an­la­ma­ya ça­lış­mak, ilk adım­dır. Di­ji­tal sı­nır­la­ma­lar, sos­yal med­ya­da ge­çi­ri­len za­ma­nı azalt­mak, anlık bil­di­rim­le­ri ka­pat­mak gibi basit adım­lar bile zi­hin­sel bir fe­rah­la­ma sağ­la­ya­bi­lir. Do­ğay­la iç içe olmak, sa­nat­sal fa­ali­yet­le­re yö­nel­mek, kitap oku­mak, se­ya­hat etmek, sev­dik­le­ri­miz­le ni­te­lik­li zaman ge­çir­mek ve en önem­li­si ken­di­mi­ze dön­mek, iç se­si­mi­zi din­le­mek, hu­zur­suz­lu­ğun pan­ze­hi­ri ola­bi­lir.


Unut­ma­ya­lım ki, hu­zu­ru dı­şa­rı­da ara­dı­ğı­mız, bul­du­ğu­muz bir şey değil; içi­miz­de keş­fet­ti­ği­miz bir ruh ha­li­dir. Hu­zur­suz­luk, bazen bize durup dü­şün­me­miz, ha­ya­tı­mız­da­ki ön­ce­lik­le­ri göz­den ge­çir­me­miz ve ken­di­mi­ze daha iyi bak­ma­mız ge­rek­ti­ği­ni ha­tır­la­tan bir uya­rı­cı ola­bi­lir. Bu uya­rı­la­ra kulak ver­mek, belki de mo­dern çağın bu ses­siz sal­gı­nı­na karşı en güçlü sa­vun­ma­mız ola­cak­tır. Bu ne­den­le hu­zu­run küçük kı­yı­la­rın­da gez­mek için, dış uya­rı­cı­la­rı, top­lum­sal ve ide­alist bek­len­ti­le­ri sı­nır­la­mak bizi ra­hat­la­ta­bi­lir. Tüm bun­la­rı yap­mak kolay ol­ma­sa da de­ne­mek ge­re­kir…