BUN­DAN SON­RA­SI­NI SİZ…

Uzun­ca bir sü­re­dir yaz­mı­yo­rum.
Daha doğru ko­nu­şa­lım, ya­za­mı­yo­rum.
Çünkü içim gö­tür­mü­yor, gön­lüm tü­kü­rük sa­çı­yor olan bi­ten­le­rin üze­ri­ne.
Böy­le­ce-gi­de gide- aklım is­ti­fa etti bir süre önce.
İstifa kabul edil­di.
Peki şimdi ne ya­pa­ca­ğız?
Kendi ki­şi­sel çı­kar­la­rı­nı ya­şam­la­rı­nın mer­ke­zi­ne ya­pış­tı­ran­la­rı gör­me­yecek miyiz?
Si­ya­se­ti şu yu­ka­rı­da­ki ya­pış­kan­lı­ğın içine ça­la­ka­lem sı­va­yan­la­rı es-mi-ge­çe­ce­ğiz?
Ona buna çamur ata­rak ken­di­le­ri­ni sah­ne­nin bir ke­na­rı­na iliş­tir­me­ye ça­lı­şan­la­rı ıs­lık­la­ma­ya­cak mıyız?
Daha daha umut­suz mu ola­ca­ğız?
Daha daha umur­sa­maz mı ola­ca­ğız?
Açık­ça­sı ve kı­sa­ca­sı “Üç May­mun”u mu oy­na­ya­ca­ğız?..
Gör­me­ye­ce­ğiz, işit­me­ye­ce­ğiz, ko­nuş­ma­ya­ca­ğız; öyle mi?
Yani… Ger­çek­le­re göz­le­ri­mi­zi ka­pa­yıp ba­şı­mı­zı derde sok­ma­ma­yı, doğ­ru­la­rı din­le­me­den-söy­le­me­den kur­naz­lık­la ara­dan sıy­rıl­ma­yı mı se­çe­ce­ğiz?..
Sonra da vic­dan diye bir şe­yi­miz kal­mış­sa eğer, o bi­ça­re duy­gu­nun sı­zı­la­rı­nı din­dir­mek için “bir de rakı şi­şe­sin­de balık” olma ça­re­si­ne mi sı­ğı­na­ca­ğız?
Sahi ne ya­pa­ca­ğız?
Yu­ka­rı­ya sı­ra­la­dı­ğı­mız so­ru­la­rın ce­va­bı­nı söy­lem ola­rak ve­re­bi­li­riz, ko­lay­dır.
Aça­rız in­ter­ne­ti­mi­zi, klav­ye­mi­zin tuş­la­rı­nı şan­gır­da­tı­rız, bu daha da ko­lay­dır.
Ama me­se­le er mey­da­nın­da, yani ey­lem­de, ey­lem­le­ri­miz­le yanıt ver­me­ye ge­lin­ce… İşte me­se­le “to be [yoksa] or not to be” midir?
Me­se­le­nin çö­zü­mü hangi bo­yut­ta­dır?..
Ki­şi­li­ği­miz; bi­rey­li­ği­mi­zin, va­tan­daş kim­li­ği­mi­zin ve sos­yal so­rum­lu­luk dü­ze­yi­mi­zin hangi kat­ma­nın­da­dır?
To be mi; yoksa or not to be mi?
Lüt­fen iç­ten­lik­le ve ken­di­ni­ze ka­ça­mak­lar ya­ra­ma­dan yanıt verin, ey…
(Ne di­ye­ce­ği­mi bi­le­mi­yo­rum. Bun­dan son­ra­sı­nı siz ge­ti­rin lüt­fen…]