Çoğula erişim için çeşit birlikteliğine yönelmek gerek. Ayrık veya ilgisiz gibi gözüken şeyler irdelendiğinde, genel bütünün parçaları olduğu görülür.
Dinlenirken yorulan beyin kayıplardadır.
1970’lerden buyana fırsat buldukça yazıyorum. Genellikle kâğıt ve kalemi erişilebilir yerlerde tutarım. Bazan yazamadığım olur ve ne yazık ki, onları hatırlayamam. Şiirlerini ezbere okuyan şairleri kıskanırım çünkü ezberimde dizeler var ama şiir yok… Ancak şunu düşünürüm; üretilen şey kaybolmaz.
2004 Yılında Mavi Didim Gazetesinde yazmaya başladım. O günden buyana binin üzerinde köşe yazım yayınlandı. Aynı süreçte iki adet araştırma dosyamı Mavi Didim’de yayınladım. Birisi Ankara ve İstanbul’da tüm çabalarıma karşın yayınlatamadığım; Yargısız İnfazlardır. İkincisi de Darbelerimizin Kökü Dışarıda adlı araştırmamdır.
İşkencenin Nedenleri ve Kaynakları ile Dinsel Şiddeti yayınladıktan sonra, yayın işi ile uğraşmak istemedim. Şu anda bir adet “DÖRTLÜKLER” dosyası, bir adet isimsiz bir “ŞİİR “dosyası ve bir adette “ÖYKÜ” dosyası var. Bir de Nasrettin Hoca fıkralarını şiir şeklinde yazdım (çocuk yazınına katkıda bulunmak için).
Yazmak çoğalmaktır, tutunmaktır, güven tazelemektir, aramaktır, bulmaktır, bakmaktır, görmektir, üretmek ve yaratmaktır. Bütün bunların temelindeki itici güç soru sormak ve beraberinde düşünmektir. Çözüme yönelen düşünce seçenek üretir. Normal olan insanlar yaşamdan yana tavır alırken, soru sorarak işe başlar. Sorusu az olanın gerçeği de az olur. Haksız çıkar elde edenler, adaletsiz paylaşımları onaylayanlar; soru soranlara karşı olurlar. Bu konuda baskılamayı inançlar üzerinden yaşama geçirmeye çalışırlar. Soru sormamakla tutsak alınır inançlı insanlar. Tarikata giren şahısların görmeyen, duymayan ve sormayanlardan oluşturulması bu nedenledir herhalde…
İnanç temelli ideolojiler, varlık temelli oluşumlar oldukları için, kondukları kabın biçimine uyarlar(!) Bu gibi uyumlarda belirleyenler değiştiği zaman, belirlenenlerde değişir. Bu değişim, otoriteye uyumun gereğidir. Otoriteye karşı çıkamayanlar, otoritenin istediği biçimde olmak zorundadır. Çıkarları nedeniyle bütünlüğünü koruyamayanlar sıvılaşırlar. Sıvılaştıkları için efendilerinin istediği biçime dönüşürler. Sıvılaşmanın son evresi, gaza dönüşme halidir. Bu hal, yok hükmüyle eşleşir. Yoğunluğun azalması değer kaybını işaret eder. Bu gibi insanlar kazara bir şey olursa, bundan sadece kendisi değil; çevresindeki her şey zarar görür!
Muhtaçlar toplumunun sebebi, sorumlusu ve yaratıcısı, muhtaçları kullanan siyasetçilerdir. Çünkü seçeneksizleri yönetmek kolaydır. Oysa, yoksullara yapılabilecek en büyük yardım, yoksulluğun ortadan kaldırılmasıdır. Sadece inanırsan hiçbir şey yapamazsın; anlayarak inanırsan, yapamayacağın bir şey yoktur(!)
Dibe vuranlar yaşamdan kopuyor. Farklı koşullar nedeniyle yığınlar aynı anda dibe vurmaz. Genel olarak dibe vuranların düşüşün tersine yükseldiği savlanır. Oysa dibe vuran insan geri dönmez(!)
İşsizlik, gelir kayıpları, birikimlerin elden çıkarılması; eğitim yetmezliği, sağlığa erişim güçlüğü ve sosyal güvencelerden uzaklaşmak hep aynı sürecin sonuçlarıdır. Yoksullaşmak çarelerin tükenmesi, derin yalnızlık ve umutların tükenmesi…
Gerçeğin olduğu yerde köksüz inanç barınmaz!
Tek başına düşünce toplumu yönlendirmek açısından yeterli olmayabilir. İnananların ekonomik güce kavuşması; önlenmesi çok zor olan bir gücün ortaya çıkmasına neden olabilir. Holdingler, müritler ve tarikatlar…Haksız, hukuksuz ve adaletsiz bir güç sarmalı oluşturabilir.
Milli irade; düşünce yoğunlaşması, birleşmesi ve bütünleşmesidir. Milli iradede belirleyici olan çoğunluk kararıdır. Ancak, burada söz konusu olan yığınsal çoğunluk değil, nitelikli çoğunluktur. Nitelikli çoğunluğu belirleyen; bilgi, bilinç ve kültürdür.
Güce tapınan hiçbir zaman güçlü olamaz!