Shiva ve Mies, doğanın parçalanarak anlaşılamayacağını; kadınların ise susturularak özgürleştirilemeyeceğini yazıyordu kitapta... Bugün “bilim” adı altında doğaya yapılan deneylerin, “kalkınma” adı altında kadınların toprağından, köklerinden koparılmasının siyasal bir seçim olduğunu açıkça söylüyorlardı. Evet,Türkçe baskıda; bu eleştiri tokat gibi iniyor aymaz beyinlilerin yüzüne, yüzüne...
TÜBİTAK destekli GDO’lu tohumlardan, “yeşil enerji” kisvesi altında yapılan HES projelerine kadar birçok şey bu kitabın satır aralarında saklı sanki... Bir bakıma Türkiye’ye "adı verilmeden” yazılmış bir eleştiri çalışması gibi Ekofeminizm kitabı... Belki de bu nedenle kitapta yer alan konular, tartışılan sorunlar; bu kadar tanıdık geliyor insana kitabın sayfalarında satır, satır ilerledikçe...
Türkiye’de akademik çevrelerin ekofeminizme günümüzde de uzak durmasının nedeni belki de bu "bilim dışı" sayılma sorunsalıdır. Kadınların doğayla kurduğu ilişkiyi anlamak için yalnızca feminist olmak yetmiyor. Aynı anda modernitenin dayattığı tüm bilgi kalıplarını sarsmak gerekiyor.
Shiva ve Mies da büyümeyi sorguluyor. Daha çok üretmek, daha çok tüketmek, daha çok satmak... Ama ne pahasına? Toprak bozuluyor, su çekiliyor, kadınlar evlerinden koparılıyor. Yaşanan bu olumsuz değişimler sürecinde büyüyen tek şey; kar... Geri kalan her şey çürüyen toprak gibi sessizce çöküyor diyor bu bilge kadınlar...
Bu sorunun yanıtı çok katmanlı. Öncelikle akademi suskun. Kadınlar ve doğa arasındaki ilişki ne yazık ki “romantik” bir bağ olarak görülüyor. Oysa bu ilişki politik, ekonomik ve felsefi olarak sömürülüyor. İşte bu çalışmalarında Mies ve Shiva; bu sömürüyü birbirine bağlayan kavramsal köprüyü kuruyor.
Ecofeminism