SUNA BAĞ
Benlik bizi diğerlerinden ayırarak kendimiz yapan özellikler bütünüdür. Benliğimizi özgürce seçebilmekse hayatın bize sunacağı önemli bir şans... Doğuştan gelen kendimize has bazı mizaç özelliklerimiz, ilişkiler ve bireysel yaşantılardaki bazı tercihlerimiz bakımından farklı olsak da içine doğduğumuz yerel kültür, düşünce, davranış kalıpları, ideoloji ve değer yargılarıyla bizi sürekli şekillendirip o toplumun bir ferdi haline getirir. Neyin iyi, kötü; neyin doğru, yanlış veya güzel, çirkin olduğunu doğduğumuz andan itibaren bize aktarır.
***
Bu aktarma süreci aslında bir nevi aynılaştırma, benzeştirme sürecidir. Aynı veya benzer olmak bir tanıdıklık hissi ve biz bilinci yaratarak hepimize güven verir. Tanıdık fikirler, davranışlar ve duygular, tanıdık yüzler, sesler, sözcükler; tanıdık sokaklar, mekânlar, kokular, tatlar… Hepsi insanın kendini evinde ve güvende hissetmesi gibidir. Bunlara duygusal tatmin için ihtiyaç duyarız, bizi kendisine çeker ve hatta çoğu zaman hayattaki önemli kararların alınmasında bu tanıdıklık hissi belirleyici olmaktadır.
***
Bir kültür dünyası içine doğup biz bilinci ile yoğrulmak her insan için kaçınılmaz, insani ve kendine göre güzellikleri olan bir durum olsa da aynı zamanda insanın kendi olma sürecinin önünde büyük bir engeldir. İnsanın ömür boyu içine doğduğu kültürün ona çizdiği sınırlar içinde kalması halinde, benliği seçme ve onu evrensel değerlerle geliştirme sürecinin çoğu zaman başlayamadığını yetişkin ama kendini keşfetmeden aynılaşmış, bazı farklı mizaç ve kişilik özellikleri olsa da belirli bir kültürün tipik özelliklerini düşünce, değer ve davranışlarını yansıtan, hayatı o kültürün penceresinden gören kişiler haline geldiklerini gözlemleriz.
***
Benliğimizi seçebilmek için bir noktada bu biz bilincini, bir yerel kültürün tipik bir ferdi olma halini aşabilmek, bütünsel bir bakışla kendimizi dışarıdan görüp değerlendirebilmek gerekir. Bu süreçte farklı yaşam tarzları ve kültürlerle karşılaşmak düşünsel kavrayışın gelişmesini kolaylaştırabilen bir avantajdır. Ancak yine de benliği seçmek için daha üst düzey bir düşünsel faaliyete kısaca felsefeye ihtiyaç vardır. Kendi üzerine bütünsel şekilde ve çok yönlü düşünebilmek, sorgulamak, eleştirmek, ötekinin gözünden de görebilmek gerekir. Bu da aklın felsefe yapmasıdır. Felsefe yaparken hem sürekli bir öğrenme sürecinde ve hayatın içinde iyi bir gözlemci olmak hem de tüm bu veriler arasında bağlantısal ve analitik düşünebilmek gerekir. Hayatımın anlamı veya amacı nedir? Ben kimim? Benim için doğru, iyi, güzel nedir? gibi sorular her insanın yüzleşmesi gereken evrensel nitelikte sorulardır. Bu noktada kendini, kendi kültürünü ve de ideolojisini refleksiyon (kendine yönelen düşünce) ile yeniden akılcı, bütünsel, ve eleştirel bir bakışla değerlendiren kişinin ufku genişler, farklı bakış açılarını keşfeder, karşılaştırmalar yapar ve kendi benliğini daha gelişmiş bir farkındalıkla yeniden kurgulama, benliğini özgürce seçme şansını elde eder.
***
Felsefe tarihine bakarsak Antik Yunan felsefesinde Yedi Bilge’den itibaren ‘Kendini Bilmek’ önemli bir değerdir. Sokrates’e göre insanın kendini bilme süreci ömür boyu devam eder. Ve ona göre üzerine düşünülmemiş, sorgulanmamış bir yaşam, yaşamaya değer değildir. Ortaçağ batı felsefesinde filozofların ele aldığı konular insan yerine inanç merkezlidir. İnsanın felsefenin bir konusu olarak tekrar ön plana çıkması 15. yüzyıldan itibaren gelişen Modernizm ve ardından gelen Aydınlanma döneminde mümkün olmuştur. İmmanuel Kant insanın ancak aklını kullanma cesareti göstererek kendini içine düştüğü ergin olmama halinden kurtarabileceğini söyler.
*
20. Yüzyıl Fransız filozofu J. P. Sartre Varoluşçuluk felsefesinde benliği seçme fikrini adeta merkeze koymuştur. Sartre’a göre var olduktan sonra kendi özünü özgürce seçebilme ve bu içine fırlatıldığımız saçma hayatta kendini ve kendi anlamlarını yaratabilme şansına sahip
tek varlık insandır. Ve her bir insan kendi özünü iradesiyle seçebilmek için çaba sarf etmelidir.
*
Yine F. Nietzsche felsefesinde insanın ona sunulan hazır kültürel değer yargılarıyla yaşaması halinde sürü insan olarak yaşayacağını, oysa düşünen, eleştiren kendi değerlerini özgürce yaratan ve bu doğrultuda yaşayan insanın üst insan olma sürecine girebileceğini belirtir.
*
K. Marx insanı tarihsel, toplumsal ve ekonomik bağlamda gelişen sınıfsal ilişkiler içinde ele alır. Kapitalist üretim ilişkilerinde insanın kendi doğasına bir yabancılaşma içinde olduğunu ve bu süreçte kişinin yaşamının sermayenin bir nesnesi haline geldiğini belirtir. Marx göre bireylerin özgürlüğü aslında eşitliği ile bağlantılıdır. Yani Kapitalist sistemin özel mülkiyete dayalı sınıfsal farklılıklarının olmadığı eşitliğin olduğu bir toplumsal yapıda bireyler kendi potansiyellerini geliştirebilecekleri imkânları eşit bir şekilde bulabilirler. Bu da onlara kendilerini gerçekleştirme imkânı sunar.
***
Felsefe tarihinde benlik, kendilik, farkındalık, özbilinç gibi kavramlarla insanın kendine dönük felsefi yolculuğu filozofların farklı bakış açılarıyla ele alınmıştır. Filozoflar önümüze büyük bir ışık tutsa da benliğimizi seçebilme yoluna kendi adımlarımızla gireriz. Ve ilk adım öncelikle cesaret ister…