AYRIMCILIKLAR ÜSTÜNE:

Bütünü Görmeyen Kör bakıştır ayrımcılık!
Farklılıkların Doğası ve Bütünün Eleştirisi.
Cinsiyet farklılığı, varoluşun kaçınılmaz bir gereğidir. Ancak bu farklılık, bütünü oluşturan parçaların eşit değerini göz ardı ettiğinde, eleştiri yalnızca parçaya değil, bütüne yönelmiş olur. Erkek egemenliği, eğer zekâya dayalı bir yapıdan doğmuş olsaydı, belki de bu kadar derin sorunlar yaşanmazdı. Ne var ki, kaba güce dayalı bir egemenlik biçimi hem kendini hem de toplumu ayıplarla örter. Ayıplar örtüldükçe yeni ayıplar doğar; çünkü kusurlu olanın kendine güveni olmaz.
Ayrımcılığın Tanımı: Bütünü Kavrayamayan Körlük.
Ayrımcılık, bütünü göremeyen bir kör bakıştır. Aynı türün iki farklı cinsi, türün devamı için gereklidir. Bu gereklilik, uyumlu bir birliktelikle taçlandırıldığında, yaşamlar yaşanılası hale gelir. Ayrımcılık ise bu uyumu bozan, dalını kesen bir aymazlıktır.
Irk Ayrımcılığı: Sömürünün En İlkel Maskesi.
Ayrımcılık denince ilk akla gelen genellikle ırk ayrımcılığıdır. Tür ayrımcılığı ile erk ayrımcılığını yeri geldikçe anlatmaya çalıştım. Bu, sınıfsal temeldeki sömürü ayıbını örtmenin en kaba ve ilkel yöntemidir. Kişisel düzeyde ise, sorumsuzca bir dışta bırakma ya da “ben değilim” tutarsızlığıdır. Oysa empatiyle yaklaşıldığında sağduyu devreye girer. Sağduyu, küçük ayrılıkları değil, büyük benzerlikleri ön plana çıkarır. Parça bütünün olmazsa olmazıdır.
Üstünlük Varsayımı: Sahip Olunanların Değeri.
Her ayrımcılık, bir üstünlük varsayımından beslenir. Ait olunan topluluk, etnik grup, inanç ya da coğrafya üzerinden tanımlanan bu üstünlük, kendini daha değerli görme eğilimindedir. Ancak bu değer, kişinin kendisinden değil, sahip olduklarından kaynaklanır. Ayrımcılığın en güçlü dayanak noktası da budur: sahip olunanlar üzerinden kurulan hiyerarşi. Sahip olmak ile sahip çıkmak hep karıştırılır. Yaşamın bütünü, yaşamdaşların birlikteliğidir…
Bilinmezlik ve Korku: Farklılığın İtici Gücü.
Ayrımcılık, aynılıkları görmezden gelip farklılıkları abartılı biçimde öne çıkarır. Bu farklılık çoğu zaman bir bilinmezliktir. Bilinmezlik, korkunun kaynağıdır. Korku ise yakıştırmaları doğurur. İnançlar bunun en önemlisidir. Her yakıştırma, bir düzey yansıtır; bilinmeyene yüklenen anlam, onu dışlamanın gerekçesi haline gelir.
Statüko ve Mağduriyet: Ayrımcılığın İki Yüzü
Üstün farklılık, her koşulda var olmayı, daha iyi yaşamayı ve öncelikli korunmayı hak ettiğini varsayar. Bu varsayım, öteki karşısında ayrıcalıklı konumu korumakla, statükoyu sürdürmekle eş anlamlıdır. Her ayrımcılığın mağdurları vardır. Mağdurların olduğu yerde, korunup kollananlar da vardır. Ancak bu, onların değerli olduğu anlamına gelmez. Tarih, en çok korunanların en aşağılık diktatörler olduğunu göstermiştir. Schiller’in sözleri bu gerçeği çarpıcı biçimde dile getirir:
“Yükselmenin en alçakça sı, zayıfların sırtına basarak olanıdır.”
Aynı Göğün Altında
Birbirinden uzak sanılan eller, aynı göğün altında titrer aslında. Farklılık, korkunun değil, merakın ve birlikte var olmanın çağrısıdır.
Kimi sesler bastırılır, kimi yüzler görünmez kılınır, ama her suskunlukta bir çığlık büyür içimizde.
Ayrımcılık, bir aynayı kırmak gibidir; her parça, bütünden koparılmış bir acı. Oysa aynada birlikte görünmek, yaşamı anlamlı kılar.
Ve biz, aynı türün farklı renkleri, aynı acının farklı yankılarıyız. Birlikte yaşanacak bir dünya, ayrımın değil, ortaklığın şiiridir.
Tür Ayrımcılığı ve Yaşamın Ortaklığı.
Ayrımcılığın en sinsi biçimlerinden biri, insan türünün kendini diğer canlılardan üstün görmesidir. Bu üstünlük varsayımı, yalnızca etik bir çöküş değil, aynı zamanda ekolojik bir felakettir. İnsan, kendini doğanın efendisi olarak konumlandırdıkça, yaşamın ortaklığını yadsır. Oysa suyun hakkı, ağacın sessiz direnci, hayvanların içgüdüsel bilgeliği; hepsi yaşamın olmazsa olmaz eşit paydaşlarıdır.
Tür ayrımcılığı, bilinçli bir körlüktür. Hayvanların acısını görmezden gelmek, doğanın çığlığını duymamak, yalnızca öteki türleri değil, insanın kendi varlığını da tehdit eder. Çünkü yaşam, bir hiyerarşi değil; bir ağdır. Bu ağda her canlı, bir düğüm noktasıdır. Bir düğümün kopması, bütünün çözülmesi demektir.
Adalet, yalnızca insanlar arasında değil, tüm canlılar arasında kurulmalıdır. Aksi takdirde, insanın adalet arayışı da eksik ve tutarsız kalır. Tür ayrımcılığına karşı çıkmak, yalnızca hayvan haklarını savunmak değil; yaşamın kendisine saygı duymaktır.
“Bir kuşun kanadında özgürlük, bir ağacın kökünde direnç, bir hayvanın gözünde sessiz bir hakikat vardır. Görmek isteyen için, hepsi birer öğretmendir.” Farklı seslere kulak verelim biraz…