ATATÜRK’Ü ANLAMAK…

“Suç mu masum eşinin ırzını kurtardıysa?

Suç mu tarihini bayraklaşarak sardıysa?

***

Sen de lütfet, ona bir abidelik toprak ver

Yurdu kurtarması bir suçsa eğer, hoş görüver!

(Mithat Cemal Kuntay)

Belirli kesimler, Atatürk’e saldırdıkça, Atatürk, gözümüzde ve yüreğimizde daha çok büyüyor…

Ne demiş; Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ümüz:

“Ey millet! İyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti, şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru, en gerçek tarikat medeniyet tarikatıdır."(30.8.1925)

Ülkemizde; Çağdaşlığın yolunu açan Atatürk Devrimlerini içine sindiremeyen bazı siyasi bezirgânlarca; Atatürk’ e karşı olmak, karşı durmak, hatta küçümsemek moda oldu.

Uğur Mumcu’nun dediği gibi: Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmaya çalışanlar bunu yapıyor… Tarikat şeylerinin dizinin dibinden ayrılamayanlar, şeyhlerinden icazet alanlar, tarih bilgilerini Fesli Kadir’den öğrenenlerden de zaten farklı bir şey beklenemez…

***

Arapları “Kavm-i Necip, (Soylu ırk) kullandıkları dili ve kültürleri de kutsal olarak gören mevcut iktidarın siyasi anlayışları; Türk dilini küçümseyen bir ifadeyle “Bugünkü konuştuğumuz Türkçe ile bir düşünce üretmemiz mümkün değil” diyebiliyorlar. En üst makamdan da Türkçe ile felsefe yapılamayacağı da ileri sürüyorlar.

Diğer taraftan ses bayrağımız Türkçemiz için Atatürk’ümüz şöyle diyor.

Türk dili, dillerin en zenginlerindendir, yeter ki bu dil bilinçle işlensin. Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır." 

Kültürümüzü ve dilimizi Araplaştırmak isteyenlerin ve bunlara destek verenlerin Milliyetçilikten- Ulusallıktan- bahsetmeler büyük bir çelişki olmalıdır herhalde…

***

Birinci Dünya Savaşı sonrasında iyice bitmiş, teslim olmaya hazır tükenmiş bir Osmanlı  vardı.

Yurdumuz her taraftan işgal edilmiş. Asker yok, silah yok. Herkes bezgin ve teslim olmaya hazırdı. Osmanlı padişahı da kendini kurtarmanın peşindeydi.

O günün bazı sözde aydınları bile mandacılığı savunur hale gelmişlerdi...

Günümüzün “Keşke Yunan galip gelseydi” diyen Fesli Kadir gibileri ülkemizin işgal günlerinde de İşgal güçlerinin yanında yer alanlardı. İçimizde de oldukça fazla bozguncu, asker kaçakları, eşkıyalar ve bölücüler vardı.

Umutlu ve inançlı bir Kahraman 19 Mayıs 1919’da Kurtuluşumuzun ilk adımı olarak Samsun’a çıkıyor. 

İnancın ve umudun adı olan Atamız, yılgınlığa ve umutsuzluğa düşenlere; şöyle sesleniyor: 

“Arkadaşlar gidip Toros Dağlarına bakınız, eğer orada bir tek Yörük çadırı görürseniz ve o çadırda bir duman tütüyorsa, şunu iyi biliniz ki, bu dünyada hiçbir güç ve kuvvet bizi asla yenemez” 

Neticede; Atatürk ve silah arkadaşları sayesinde bir mucize gerçekleştiriliyor. Bu mucizenin adı “Kurtuluş Savaşımızın zaferle sonuçlanmasıdır”.

***

Cumhuriyet kurulduğunda, bakanlıklara, meclise okuryazar memur bulunamıyordu. Ankara garında, İstanbul’dan gelecek trenler bekleniyordu. Okuryazar birini bulur da memur yapar mıyız diye. .

Atatürk döneminde yapılan devrimlerle çağ yakalanmış, hata ileri bir duruma gelinmişti. Bazı yasalarımızla, kadın haklarımızla daha öne bile geçmiştik.

Çağdaş bir Türkiye, Osmanlının külleri üzerine kurulmuştu.

Osmanlının bıraktığı ne bir sanayi kuruluşu ne de doğru dürüst işleyen sağlık, eğitim, tarım kuruluşları vardı.

Osmanlı batarken borç batağıyla batmıştı. Genç Cumhuriyet daha sonra tüm bu borçları ödemiştir.

Dilimiz, yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarılarak kendi özüne dönmüştür.

Dönemin çok zor şartlarına rağmen çok partili siyasi yaşamı bizzat Atatürk kendisi istemiştir.

O günlerde düşünülmeyen, düşünülmesi bile çok zor olan çağdaş yasalarla, çağdaşlığa ilk adımları attırmıştır Atatürk.

Atatürkçülük bir tabu değildir. Yerinde duran bir olguda değildir. Bir durakta değildir.

Yönü hep ileriye medeniyete, çağdaşlığa, akılcılığa açık bir kapıdır.

Atatürk’e saldırmak insafsızlıktır. Nankörlüktür. Bugün camilerimizde insanlarımız gönül rahatlığıyla ibadetlerini yapıyorlarsa bunu öncelikle Atatürk’e borçludurlar.

Cumhuriyetimizin temel harcı laikliktir. Laiklik de bu ülkenin sigortasıdır.

Atatürk laiklik ilkesini benimserken, bu ilkenin; ülkemizin birliğine, barışına, çağdaşlığına büyük katkı sağlayacağını çok iyi biliyordu.

Atatürk, dini maddi ve siyasi çıkarları için kullananlara karşıydı ve “Dinden maddî çıkar temin edenler, iğrenç kimselerdir". Diyordu. Dinden maddi ve siyasi yönden beslenen din tüccarları, çıkarlarının yok olacağı anlayışıyla hep, tarikatlar, şeyhler kanalıyla Atatürk’e karşı duruyorlar ve bu duruşlarını siyasi anlamda günümüzde de yürütüyorlar… Ülkemizde yaşanan Atatürk düşmanlığının temelinde de bu zihniyetin etkileri var…

***

Her şeyini bu ulusa adayan, Atamızı bir kez daha saygı ve minnet duygularıyla anıyorum.

Atatürk karşıtlarına da; Atatürk konusunda biraz bilgi sahibi olun diyorum.  Atatürk’ü kulaktan dolma bilgilerle, tarikatların bilimsellikten uzak söylemlerinden değil, önyargısız olarak bilimsel eserlerden; en önemlisi de O’nu Söylev’inden öğrenin…

Ve bu vesile ile de bir şiirimi sizlerle paylaşıyorum…

GELME ZAMANI

Haydi, gel artık…

Ger kanatlarını ülkemize

Çat kaşlarını, gericinin yüzüne

Geriye dönük yüzümüzü çevir ileriye

Çağdaş uluslarla tekrar yarıştır bizi

Bir uyku mahmurluğundayız şimdi

Ölü toprağı serpilmiş üzerimize

Kollarımız kanatlarımız zincirlenmiş sanki

Haydi, gel artık...

Sana dün karşı olanlar, yine meydanlarda

Yok etmeye kalkıyorlar izlerini

Yok etmeye çalışıyorlar ulusallığımızı, çağdaşlığımızı…

Bakman yeter

Kaşlarını çatman yeter

Haydi, gel artık

Çok ihtiyacımız var sana

Kanatlandır var olan ruhumuzu

Şahlandır gözlerimizdeki feri

Haydi, gel artık

Çok ihtiyacımız var sana