Atatürk ve Suriye

GERÇEK TARİH,

ATATÜRK SURİYE VE ORTA DOĞU

Dünya ya da bölge siyasetinde ufkun ötesini gören, uzak görüşlü devlet adamına LİDER denir... Bu yazıyı okuduktan sonra Atatürk’ün bu yılları o zamandan nasıl gördüğünü bileceksiniz. Tarih hayallere değil gerçeklere dayanır.

Atatürk, 1938'de vefat ettiğinde birçok İslam ülkesinde günlerce yas ilan edilmiş, Atatürk'ün anısına gazete ve dergiler hazırlanmıştı. İşte o dergilerden biri...

Atatürk’ün Tam Bağımsız İslam Dünyası Vizyonu ve Bağımsız Suriye Planı...

İlk öncelikle söylemek gerekir ki, İslam dünyasının gerçek kurtuluşu, Atatürk’ün, “Tam Bağımsız İslam Dünyası Vizyonunun "gerçekleştirilmesiyle mümkün olacaktır. Anadolu’da emperyalizme karşı bir Kurtuluş Savaşı veren Atatürk -pek anlatılmasa da- eş zamanlı olarak Irak’ta ve Suriye’de de antiemperyalist hareketlerin gelişmesine destek olmuştur. Öyle ki Arap İslam dünyasında Kemalist hareketin Irak-Suriye uzantısına, “HAREKÂT-ÜL KEMALİYE” adı verilmiştir. Atatürk, Anadolu’daki antiemperyalist milli hareketle, Irak’taki ve Suriye’deki antiemperyalist hareketler arasında UCEYMİ PAŞA ve özellikle ŞEYH AHMET SUNÜSİ aracılığıyla ilişki kurmuştur. O, bir taraftan Anadolu’yu düşmandan temizlemenin hesaplarını yaparken, diğer taraftan hem Musul’u Misak-ı Milli sınırlarına katmak, hem de Irak ve Suriye’deki bağımsızlık hareketlerini güçlendirmek istemiştir.

 *30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi imzalandığı sırada Musul vilayeti Türk ordusunun elinde bulunuyordu. Atatürk, Misak-ı Milli için de esas olan güney hududumuzu şu şekilde belirtmiştir:

‘’Güney hududu İskenderun güneyinden başlar. Halep’le Katma arasında Cerablus köprüsünde nihayete erer. Bir hat ve şark parçasında da Musul vilayeti, Süleymaniye ve Kerkük havalisi ve bu iki mıntıkayı birbirine kalbeden hat. Efendiler bu hudut sırf askeri mülazahat ile çizilmiş bir hudut değildir. HUDUT-U MİLLİ’dir.’’*

Atatürk, 1 Şubat 1922 tarihli bir “Başkomutanlık Yönergesi” ile ELCEZİRE CEPHESİNE Özdemir Bey’i (Yarbay Ali Şefik Özdemir) tayin etmiştir. Atatürk, 26 Ağustos 1922’de Anadolu’da İngiliz destekli Yunan ordusuna karşı Büyük Taarruzu başlatırken, onun görevlendirdiği Özdemir Bey de REVANDİZ’de 5000 kişiye varan kuvvetiyle İngilizlere, Nasturilere ve işbirlikçi Araplara karşı harekete geçmiştir. Atatürk’ün, 30 Ağustos 1922’de Başkomutanlık Meydan Muharebesi’ni kazanmasından sadece bir gün sonra, 31 Ağustos 1922’de, Özdemir Bey de müfrezesiyle Atatürk’ten iki bin kilometre uzakta- DERBENT ZAFERİ’ni kazanmıştır. Kurtuluş Savaşı’yla Anadolu’yu düşmandan temizleyen Atatürk, Irak ve Suriye’nin de bağımsız olabilmesi için -bilinenin aksine- çok çaba harcamıştır.

Bütün bir Kurtuluş Savaşı boyunca “Biz aslında gerek Suriye ve gerek Irak’taki insanların bağımsız olmaları esasını kabul etmişizdir. Buna dair bir itirazımız yoktur.” diyen Atatürk, Irak’ın ve Suriye’nin bağımsızlık mücadelesini ölünceye kadar hep desteklemiştir.

Derbent Muharebesi Zaferi (31 Ağustos 1922)

  İngilizler 1921 yılı sonlarında tekrar REVANDİZ bölgesinde kuşatma harekatına başlamışlardır. Şefik Özdemir Bey’in ustaca komuta ettiği gerilla baskınları neticesinde İngiliz ordusu ağır zayiatlar vererek geri çekilmek zorunda kalmıştır. Bunun üzerine İngiliz ordusunun bölgedeki komutanı General Edmund Allenby Londra’dan takviye talep etmiştir. Kısa sürede bölgeye çoğunlu Hint’li sömürge askerleri olan takviye birlikler gönderilmiştir. Bu sayede İngiliz ordusunun bölgedeki muharip gücü 7000 kişiye ulaşmıştır.

  İngiliz ordusu 31 Ağustos 1922 günü tüm gücüyle Derbent bölgesine karşı taarruza geçmiştir. Bu saldırıda 7000 kişilik İngiliz kuvvetleri, 5 adet savaş uçağıyla desteklenmiştir. Şefik Özdemir komutasındaki Türk muharip gücü ise sadece 500 er ve 200 milisten ibarettir. İngilizler, Türk kuvvetlerinin tam 10 misli muharip güce sahip olmalarına rağmen, Şefik Özdemir’in uyguladığı sahte ricat tuzağına düşmüşlerdir. Şefik Özdemir Türk Harp tarihinde Hilal (Turan ya da kurt kapanı taktiği olarak da adlandırılır) taktiği olarak bilinen harp stratejisini İngiliz kuvvetlerine karşı başarıyla uygulamış ve neticede İngiliz kuvvetleri ağır bir yenilgiye uğrayarak geri çekilmişlerdir. 

Muharebe sabahın ilk saatlerinde başlamış ve gece yarısına doğru neticelenmiştir. Musul Cephesi’nde Derbent muharebesi kazanıldığı gün, Batı Cephesi’nde de Başkomutanlık Meydan Muharebesi kazanılmış bulunuyordu. Türk tarihinde Türk devletinin ordusunun aynı gün iki farklı bölgede iki farklı düşmana karşı zafer kazanması açısından da 31 Ağustos 1922 tarihi önemli bir milat olmuştur.

   Türk Orduları Başkomutanı Mareşal Gazi Mustafa Kemal, 28 Eylül 1922’de Musul’a geniş kapsamlı bir harekat yapılmasını emretmiştir.. Ancak, İngilizler’in Derbent yenilgisinden sonra bölgedeki kuvvetlerini takviye ederek, Türk kuvvetlerini Musul’un kuzey istikametine doğru çekilmeye zorlamaları ve Lozan görüşmelerinin de tam bu esnada başlaması nedeniyle Musul harekatının icrasından vazgeçilmiştir.

Örneğin, 21 Aralık 1937’de, ölümünden bir yıl önce, Suriye Başbakan’ı CEMİL MARDAM’la Ankara’da yaptığı görüşmede, Atatürk düşmanlarının asla gündeme getirmedikleri, şu çarpıcı sözleri ile adete bugüne ışık tutarak söylemiştir:

Ben bir millet mevcudiyetini kurtarmak için işe başlarken bütün kuvvetimi ve kudretimi, yalnız bu imparatorluk içindeki Türk olan unsura hasretmek mecburiyetinde kaldım. Ancak ben bu işi yaparken çok emindim ki, asırlardan beri beraber yaşamış, dindaşlık yapmış insanlar ayrılamazlar. Yalnız imparatorluğun yarattığı birtakım yanlış anlamaların unutulabilmesi ve nihayet beraber yaşamış bu insanların birbirlerini anlayabilmesi için belli bir zaman geçmesi lazımdı.

Türkiye Cumhuriyeti gayet açık konuşmak mecburiyetindedir. Ben söylüyorum ki, İslam alemi ve Suriye Milleti ve Devleti tamamıyla ve katiyen bağımsız olmalıdır. Bunu burada söylediğim gibi, Fransızların ve bütün dünyanın önünde tekrar etmek benim için şeref ve zevktir. Fransızlar bu hususta bir takım hayali ve kaprisli yollara saparlarsa, korkarım ki netice aleyhlerinde olur. Ben, Kemal Atatürk, söylüyorum ki, Türkiye Cumhuriyeti Fransa’ya bütün bu düşüncelerinin makûs olacağını gösterecektir. Bu cevap, yerinde maddi, yerinde manevi olacaktır! Fransızlar akıllarını başlarına alsınlar. Benim için diplomasi meçhuldür. Benim için realite vardır. Bu olacak mı? Olmayacak mı? Benim makul olarak söylediğim şey olmalıdır. Çünkü ben makul olmayan bir şeyi hayatımda asla düşünmedim! Hatay’ı bıraktım, bırakmayabilirdim. Fakat bıraktım, iki şey için bıraktım: Bunu açıkça söyleyeyim. Bir kere Suriye mevcudiyetini az çok kuvvetli bir hale koymak için. İkincisi; bir gün Türkiye ve Suriye birbirini anlayacaklardır. Bir gün makûs hareketler ortadan kalkacaktır. Biz Suriyelilerle kolaylıkla anlaşırız diye bıraktım.

Belki aynı ırktanız. Tabii, ben bu nokta üzerinde durmayacağım. Fakat batıdan bir millet gelecek, bunu tayin edecek. Bu benim hoşuma gitmiyor! Bu işte onları hakem tayin etmeyeceğim. Fransızlar bir şey yapamazlar, enerjinizi kullanmak şartıyla. Ben bunu somut olarak söylüyorum ve icabında da fiilen gösterecek vaziyetteyim. Fransızlar eğer şüphe ediyorlarsa bunu tecrübe edebilirler. Yapamam! Hepimiz Müslümanız. Yemin ederim ki, namusum üzerine söylerim ki, bırakmam! Çok temenni ederim ki, Fransız hükümeti aklını başına toplasın!!

Namusum üzerine söylüyorum bırakmam!! Kendileri bilirler. Fakat daima Türkiye Cumhuriyeti’nin arzu ettiği şey, Suriye’nin bağımsız bir İslam Devleti olmasıdır. İsterlerse Suriyeliler bizimle dost olurlar veyahut olmazlar. Bu onların bileceği bir şeydir. Fakat herhalde Bağımsız bir Suriye İslam Devleti kurulmalıdır. Fakat Fransızlar bunu istemiyorlar. Suriye’yi kıskıvrak ellerine almak istiyorlar. Eğer Suriyeliler isterlerse ben bunu (Suriye’nin bağımsızlığı) yapacağım.

Fransızlar, Suriyelileri adam yapmak istiyorlarmış. Fakat evvela kendileri adam olsunlar!! Suriyeliler zeki, modern ve nazik insanlardır. Fransızların terbiyesine ihtiyaçları yoktur. Suriyeliler böyle düşünmelidirler. Ben Suriye’yi bilirim. Gençliğimde Şam’da bulundum. Sürgün olarak, Abdülhamit zamanında. Suriye’nin daha birçok şehirlerinde de yaşadım. Daha sonra da kumandan olarak da bulundum. Bütün kabahat Osmanlı İmparatorluğu’nadır. Balkan Harbi sonunda Gelibolu’da idim. Ben TALAT PAŞA’ya teklif ettim. Suriye’ye, Irak’a bağımsızlık veriniz dedim. Talat Paşa, ‘Bunu başkasına söyleme, seni asarlar’ dedi. Fakat yapılacak şey bu idi. Eğer yapılsa idi, bugün Türkiye, Suriye ve Irak ki zaten kardeştirler, daha samimi kardeş olacaklardı; Bağımsız Suriye, Irak, Türkiye...

Fransızlarla, İngilizlerle, herkesle dost olalım, fakat benliğimizi kaybetmeyelim. Onlar da artık bizim varlığımızı, kıymetimizi anlasınlar, Bağımsızlığa hürmet etsinler. Onlar bizi köle olarak kabul ederlerse bundan Sayın Suriye Başvekili elbette memnun olmaz. Emir altında olamayız. Bunu Suriyeliler anlayacaklardır, anlamazlarsa hiç olurlar. Suriye devleti, milleti, Başvekili vardır. Ama ben çok hassasım. Bir Fransız generali gelsin bütün bir millete hükmetsin! Suriyeliler henüz olgun değilmişler. Fransızlar acaba ne zaman olgun olmuşlardır? Suriyeliler mükemmelen medeni iken acaba Fransızlar ne vaziyette idi? Daha birçok meselelerimiz vardır. Fakat ve maalesef bunların ortaya konulması için kuvvet lazımdır.  Suriyelilerin ellerini, kollarını bağlamışlar. Çözünüz onları, koparınız o bağları! Biz Türkler, sizi seven dostlarınız. Tabi bu meseleleri diplomatik yollarla takip edeceğiz, Fakat onlar bize galebe çalamazlar.

Hatay nedir? Küçük bir şey! Ben onu bize verin demiyorum. Bu mesele benim için namus meselesidir. Bu meseleyi halledeceğiz, bu namus meselesidir. Bunun için en büyük tehlikeyi bile göze aldım. Mesele, Suriye ile aramızda kalınca bin bir dostluk yolları ile uyuşuruz. Hatta Suriye Başvekili ile benim aramda kalsa daha çabuk olur. Bunu yapacağım. Fransızlara veremem!!

Açık söylüyorum. Eğer Ekselans, yarın Suriye’ye ve Şam’a dönerlerse lütfen benim bütün Suriyelilere ve bütün dostlarımıza selamımı söylesinler ve açık olarak desinler ki, ben ve hükümetim sizin tam bağımsızlığınızı istiyoruz. Eğer Fransızlar engel olursa Fransızlara da söyleyecek sözlerimiz vardır. Ona da kefilim. Suriyelilerin ordusu yoktur. Fakat bizim ordumuz kâfidir. Söz veriyorum: icap ederse girerim ve sonra yine çıkarım. Temenni ederim ki, buna mecbur olmayalım. Katiyen bırakmam! Fransızlar, Suriye’yi terk etmek istemiyorlar. Fakat terk edeceklerdir. Bir kere tutununuz, ordu yapınız. Korkmayınız, bir şey yapamazlar. Kuvvet kullanmaz iseniz her şey yaparlar”

Falih Rıfkı Atay’ın kitabına verdiği isimden yola çıkarsak “Atatürk ne idi?” sorusunun cevabı bence bu konuşmada gizlidir. 21 Aralık 1937 tarihli bu konuşmanın gösterdiği Atatürk şudur:

1- Türkiye gibi, diğer İslam ülkelerinin de bağımsız olmasını çok istemektedir: “Ben söylüyorum ki, İslam âlemi ve Suriye milleti ve devleti tamamıyla ve katiyen bağımsız olmalıdır”

2- Balkan Savaşı sonrasında Osmanlı yöneticilerinden, Suriye ve Irak’a bağımsızlık verilmesini istemesi, yalın gerçekçiliğinin, şaşırtan öngörüsünün ve açık sözlülüğünün kanıtıdır. Çünkü o, daha I. Dünya Savaşı öncesinde artık Osmanlı’nın dağılma sürecinin önlenemeyeceğini görmüştür.  O günlerde Atatürk’ün dediği yapılsaydı, belki sonraki savaşlarda on binlerce vatan evladı kaybedilmeyecek, Anadolu ve civarı daha iyi savunulacağı için Türkiye işgal edilmeyecek ve belki de bağımsız Suriye ve Irak, emperyalizmin pençesine hiç düşmeyecekti. Tarih acı tecrübelerden sonra Atatürk’ü haklı çıkarmıştır.

3- Atatürk, genelde tüm İslam dünyasının, özelde ise Suriye’nin bağımsızlığı için emperyalist ülkelerine karşı bizzat mücadele etmeye söz vermiş, yemin etmiştir:

“Hepimiz Müslümanız. Yemin ederim ki, namusum üzerine söylerim ki, bırakmam! Çok temenni ederim ki, Fransız hükümeti aklını başına toplasın!!Namusum üzerine söylüyorum, bırakmam! Kendileri bilirler. Fakat daima Türkiye Cumhuriyeti’nin arzu ettiği şey, Suriye’nin bağımsız bir İslam devleti olmasıdır. Fakat Fransızlar bunu istemiyorlar. Suriye'yi kıskıvrak ellerine almak istiyorlar. Eğer Suriyeliler isterlerse ben bunu (Suriye’nin bağımsızlığı) yapacağım. Ben ve hükümetim sizin tam bağımsızlığını istiyoruz. Eğer Fransızlar engel olursa Fransızlara da söyleyecek sözlerimiz vardır. Oma da kefilim. Suriyelilerin ordusu yoktur. Fakat bizim ordumuz kâfidir. Söz veriyorum: İcap ederse girerim ve sonra yine çıkarım”

Atatürk bu son sözleriyle Suriye’yi istila amacı gütmediğinin de altını çizmiştir. Suriye’yi işgal etmeyi değil, Suriye’nin emperyalizmden kurtulup tam bağımsız olmasını amaçlamıştır. Hep göz ardı edilmesine rağmen, Atatürk, en az Hatay’ın anavatana katılması kadar, dost ve kardeş ülke Suriye’nin bağımsızlığını da istemiştir.

4- Atatürk, Müslüman ülkelerin Fransızlarla, İngilizlerle dost olmaları için, onların da Müslüman ülkelerin bağımsızlığına saygı duyması gerektiğini söylemiştir: “Fransızlarla, İngilizlerle, herkesle dost olalım, fakat benliğimizi kaybetmeyelim. Onlar da artık bizim varlığımızı, kıymetimizi anlasınlar, Bağımsızlığa hürmet etsinler.”

5- Atatürk, Hatay meselesini bir şeref ve namus meselesi olarak görmüştür: “Hatay nedir? Küçük bir şey! Ben onu bize verin demiyorum. Bu mesele benim için Namus meselesidir. Bu meseleyi halledeceğiz, bu namus meselesidir. Bunun için en büyük tehlikeyi bile göze aldım.”

6- Dünyadaki ilk antiemperyalist savaşın önderi Mustafa Kemal Atatürk, 1937’de de tıpkı 1921-1922’deki gibi işgalci emperyalizmle mücadeleye hazırdır; öyle ki, bir Müslüman ve kardeş ülkenin, Suriye’nin tam bağımsızlığı için Fransa’ya çok ağır sözlerle meydan okumuştur: “Fransızlar akıllarını başlarına alsınlar! Fransızlar evvela kendileri adam olsunlar! Eğer Fransızlar engel olursa Fransızlara da söyleyecek sözlerimiz vardır! Fransızlar Suriye’yi terk edeceklerdir!!”

Ayrıca Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı yıllarında Irak ve Suriye örgütleri ile geliştirdiği bir Irak, Suriye, Türkiye Konfederasyon Planı vardır. Bu planı, Atatürk’ün 1937’de SURİYE BAŞBAKAN’I CEMİL MARDAM’a söylediği yukarıdaki sözlerle birlikte düşününce ortaya müthiş bir Atatürk vizyonu çıkmaktadır.

“Bağımsız Suriye” ve “bağımsız Irak” hayali maalesef Atatürk’ün sağlığında gerçekleşmemiştir. Ancak Atatürk, o günün geleceğinden emindir. Ankara’da 26 Mart 1933 günü Mısır Büyükelçiliğini ziyaret edip gün ağarana kadar Mısırlı yetkililerle yaptığı görüşmede güneşin ilk ışıkları belirirken şu öngörüde bulunmuştur:

“Doğu’dan şimdi doğacak olan güneşe bakınız. Bugün günün nasıl ağardığını görüyorsam, uzaktan, bütün Doğu milletlerinin de uyanışlarını öyle görüyorum. Bağımsızlık ve hürriyetine kavuşacak olan daha çok kardeş millet vardır. Onların yeniden doğuşları, şüphesiz ki terakkiye [ilerlemeye] ve refaha müteveccih [yönelmiş] olarak vuku bulacaktır. Bu milletler bütün güçlüklere ve bütün engellere rağmen, manileri yenecekler ve kendilerini bekleyen istikbale ulaşacaklardır. Sömürgecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerine milletler arasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir ahenk ve işbirliği çağı kaim olacaktır.”

Tam bağımsızlığın; tam bağımsız Irak’ın ve tam bağımsız Suriye’nin ne anlama geldiği, Irak’ın ve Suriye’nin bugün içinde bulunduğu bölünmüşlüğe ve iç savaşa bakınca çok daha iyi anlaşılmaktadır.

 Faydalanılan Kaynaklar:

-Murat Güzloklusu, Atatürk’ün Gizli Kalmış Musul. Özdemir Harekâtı,

Ankara, 2013, s. 79, 90, 95-97

-Bilal N. Şimşir, “Atatürk’ün Yabancı Devlet Adamlarıyla Görüşmeleri Yedi Belge (1930-1937)”

-Ulus, Cumhuriyet, Tan, Akşam, Son Posta, 23 Aralık 1937.Ayın Tarihi, Ocak 1938, S.49, s. 73.

-Sinan Meydan, Atatürk İle Allah Arasında, 9. Bas., İstanbul, 2015, s.400-424.