Kapitalizm yaşama ideolojik bakışın en uzun duraklarından biri, yani egemen sınıfın ideolojisidir. İdeoloji yaşama ilişkin istem ve beklentilerden oluşan bir bakış, bir tercihtir. Bu istem ve beklentiler iktidarlar eliyle gerçekleştirilir. Bu istemlerin gerçekleştirilmesi sürecinde karşı dirençleri etkisiz kılmak için eldeki tüm olanaklar farklı değişkenler aracılığıyla kullanılır. Bu değişkenler devletin ideolojik (sınıfsal tercihini yansıtan) aygıtlarıdır. Bu aygıtlar aracılığıyla(eğitim, din, sendikalar, siyasi partiler)toplumsal rıza üretilir . Halk gücünü kurtuluşu için değil, kurtuluşuna engel olmak için kullanır. Ve hatta bu nedenle gücünün sınırlarını akılsızca zorlar.
Yığınlar duygularıyla, bireyler akıllarıyla yol alırlar. Birey olamayan topluluklar (egemenler bunun için büyük çabalar harcar) yığın olmaktan kurtulamadıkları için ve tek yanlı koşullandırmaların da katkısıyla egemenlerin istedikleri biçimde davranırlar. Bu nedenle de dostlarını düşman görme yanılgısından kurtulamazlar. Fikret Başkaya’nın sürece ilişkin saptaması şöyle:
“Aslında kapitalizm küreselleştikçe çürüme de (corruption) küreselleşti. Siz hükümetleri ne için var sanıyorsunuz? Hükümetler yağma ve talanı kitabına uydurmak ve dayatmak içindir ama söylem farklıdır… Hükümetler oldum olası parazit sınıfların hizmetinde ve onların koruyucusudur.”
“Zira, devletlerin de kapitalizmin de etikle, ahlâkla uzaktan-yakından bir ilişkisi yoktur. Devlet ve sermaye aslında bir ve aynı şeydir ve birbirlerini karşılıklı olarak yeniden üretiyorlar… Bu sistem dahilinde ahlâksızlık istisna değil kuraldır, dolayısıyla yolsuzluklarla mücadele söylemi, ahmakları aldatmak içindir. Kaldı ki, ahlaksızlığın kural olduğu yerde skandal kelimesi de anlamını yitiriyor… Skandal utanılacak şey demektir ama utanmak için utanacak birileri olması gerekir. Kaldı ki, kapitalizm koşullarında skandallar istisna değil kuraldır.”
Kapitalistler belirli aşamalardan geçtikten sonra ayaklarını sağlam basar ve kendi emekçilerinin iplerini gevşetirler. Bu görüntüde demokratik bir yaşam algısı yaratır. Baskı ve şiddet etki alanı içinde olan çevrelerde devam eder. Bu baskının uygulayıcıları işbirlikçi ülkelerin yöneticileridir. Genellikle etki alanındaki ülkelerdeki yönetimler birer projedirler. Proje partileri emperyalist merkezlerden yönetilirler.
Geçmişte tanık olduğumuz askeri darbeler günümüzde askersiz darbelere dönüşmüştür. Askeri darbeler hangi noktadan (dış odaklar) yönlendiriliyor idiyse; askersiz darbelerde aynı merkezlerden yönlendirilmektedir. Bu noktada darbe ile ihtilalin ne olduğuna bakmak gerek. Darbe sınıf içi, toplumsal güç odakları arasındaki paylaşım mücadelesidir. Darbe sonrasında bazı güç odakları daha da güçlenirken, bazı odaklarda eski olanaklarını yitirir. Bu süreçte yeni güç odakları da ortaya çıkabilir. Darbe iktidarları değiştirerek aynı sistem içinde varlığını sürdürür. İhtilal ise, sınıflar arası bir çatışmadır ki; ihtilal amacına ulaştığında sadece iktidar değil, yöneten sınıf da değişir! Bu sistemin değişmesi anlamına gelir.
Darbe için egemenlerin dahil oldukları toplumsal odaklar arasındaki mücadeleden söz ederken, ihtilal için sınıflar arası çatışmayı vurgulayarak başka bir farklılığı dikkatlere sunmuş olduk.
Tekrar devlet olgusuna dönersek; devlet bir sınıf örgütüdür. Sınıfın çıkarları için gerekenleri yapar. Bu gerekenler kapsamında legal ve illegal olan her şey vardır. Gönüllü katılımcılar sırtından toplumsal “rıza” üretilir. Genellikle yasal dayanaklı eylemlerde hukuka aykırı olur! Başkaya toplumsal değerlerle ilgili saptaması şöyle:
“…. Zira, zenginliğin yüceltildiği, sömürü, yağma ve talanının -bırakın mahkûm etmeyi- bir marifet sayıldığı koşullarda, en büyük hırsızların en itibarlı insanlar sayılması neden şaşırtıcı olsundu?”
“Ta ki kapitalizmi ve devleti gerektiği gibi sorun edinceye kadar… Asıl yolsuzluğun faili bu ikisi olduğuna göre… Dolayısıyla her geçen gün yolsuzluğun, ahlâksızlığın daha da büyümesi kaçınılmazdır. Zira, asıl kirli olan kapitalizm ve kapitalist devlettir…”
“Şimdilerde hükümetler münhasıran finansal oligarşinin ayak işlerine memur edilmiş durumdadırlar. Tabi bal tutanın da parmağını yalaması koşuluyla…”