Yığınlar istenir davranışlara yönelsin diye algılarla oynanır. Toplum söz konusu olduğunda, toplumun algılarıyla ancak kurumlar oynayabilir. Toplumun algısıyla oynayan kurumları onaylayan makam veya makamlar söz konusu olabilir. Bunun adı politik tercihtir. Siyaset ülke çıkarını temel almıyorsa, mutlaka toplumun güçlü odaklarından birinin tercihini öne çıkarıyor demektir. Bunun için belirleyici olan sınıf siyasetidir.
Emekten yana olanlar, emekçileri ve aynı zamanda ülke çıkarlarını savunan yurtseverlerdir. Küresel sermaye kardeşliği, ülke çıkarının altını boşaltır ve yerine kapitalistlerin kişisel çıkarlarını koyar. Kapitalistler, her bireyin kapitalistler gibi düşünmesini isterler fakat, kapitalist olmalarını engellerler. Burada çok basit bir mantık devreye girer ve toplumsal paylaşımın kapitalistler lehine olmasını sağlar(!)
Yaşantımıza yön veren, bize “gerçek” olarak belletilenlerdir. Unutmayalım ki, aldatılmaya en yakın olanlar, inanmaya hazır olanlardır! Oysa inanmak çok somut verilerle elde edilen ve bulgular üzerinden yürütülmesi gereken gerçeğe erişme eylemidir. Farklı nedenlerden dolayı insanlar genellikle en çok, en az bildiklerine inanırlar(!)
Ne çekiyorsak, tamamen inananlar yüzünden çekiyoruz. O zaman, gerçeğe inanmak gerekliliğini bir kez daha vurgulamak kaçınılmaz oluyor. Aslında inanmak insanlara özgü en temiz ve saf bir duygudur. İyiye, güzele, doğruya ve yararlı olana inanmak öncelikle insanlığın ve varlık zincirinde yer alanların yararına olandır. Yani inanmak, yaşam yararına olan olumlu bir eylemdir. Hak, hukuk ve adalet, doğrular üzerine inşa edilir.
Kültürün özünde ve sanatın mayasında doğruya inanmak var. Bütün insanlar sadece bilimsel doğrulara inanmış olsaydılar; en başta savaşlar, çıkar kavgaları ve tüm kötülükler olmayacaktı. Bu boyutta bir yargı sistemi de olmayacaktı. Uzlaşmazlıklar, kötülükler, hırsızlıklar, düzenbazlıklar ve haksızlıklar olmayacaktı! Haklı, yeterli ve geçerli nedeni olmayanlar inandıklarında, kendilerine ihanet ederler…
Zaman zaman “milli irade” savıyla yığınlara ayar vermeye çalışırlar. Milli irade; siyasi, sosyal ve kültürel bir yeterliği yansıtıyor mu? Bu soruya evet diyebilmek için ortaklıkların çoğaltılıp, temel haklar güvencesinde özgürlükleri artırmak gerekir. Bunun için de devletin eğitim ve sağlığı tüm vatandaşlar için parasız olarak sağlama yükümlülüğünü yerine getirmesi gerekir. Çağdaş eğitimin yanı sıra adil paylaşımın ve laik bir yaşamın güvenceye alınması gerekir. Her alanda ve her koşulda fırsat eşitliğinin gözetilmesi gerekir. Demokratik bir eğitimin hedefinde ayrımcılık yoktur ve olamaz! Unutulmaması gereken şey, eğitilmesi gereken çocuklarımızın olduğudur! Bu çocuklar umudumuz geleceğimiz ve yarınlarımızdır…
Milli iradenin, kişi veya grup çıkarlarını örtecek bir şala dönüştürülmesi, kabul edilebilir gibi değildir. Milli iradeyi sınıfsal temelde irdelemeye devam edersek; emekçiler için ülke çıkarı ve yurtseverlik olduğunu söyleyebiliriz. Sermaye için aynı şeyleri söylemek mümkün değildir. En yakın örnek, çeyrek yüzyıldır yaşamakta olduğumuz ekonomik tercihlerde görülebilir. Özelleştirme bunun önde gelenidir. Kamuya ait varlıkların elden çıkarılmasıdır. Kamuya ait olanlar, tüm vatandaşların ortağı oldukları varlıklardır. Bu toplumsal sahiplik aynı zamanda yönetime katılım hakkıdır ve adil paylaşımın en önemli gereklerinden biridir. Seçme ve seçilme hakkı, demokrasinin olmazsa olmazlarındandır.
Aynı zamanda kamusal varlıklar, kamusal alanları içerir. Kamusal alanlar ise, demokratik politikaların üretildiği tezgahlardır! Vatandaşlıktan doğan talepler ve yönetime katılımın filizlendiği seralar, kamusal alanlardır.
Kuralsızlaştırma istemi ise; mevcut kazanımları barındıran kuralların yok sayılması veya göz ardı edilmesidir. Burada tüm kayıpları emekçiler karşılamaktadır. Ortada bir kural olmayınca, egemenlerin kuralları belirleyici olmaktadır. Kazananların değil, kaybedenlerin faturayı ödediği bir yapının emekçilere dayatılmasıdır bu yaşananlar(!)
Esnekleştirme, çalışma yaşamına ait tüm güvencelerin (yasal ve kurumsal) esnetilmesi veya ortadan kaldırılmasıdır. Hiç kuşkusuz bu ortadan kaldırma her koşulda sermayeden yana olacaktır! Örgütlenme ve dayanışma hakkının bu kapsamda olduğu unutulmamalıdır.
Genellikle “çarıklı erkân-ı harp” taktiği uygulanarak; “Halk böyle istemektedir” söylemini ileri sürerek bazı olumsuz ve gereksiz kararlar alınabilmektedir. Özellikle temel haklara ilişkin konularda bu taktik uygulanmaktadır. Hiçbir bilimsel temeli, araştırması ve konuya ilişkin bilgilerin ortaya konmadığı durumlarda ileri sürülen bir yıkıcı sav. Sergilerin engellenmesi, konserlerin ve konferansların ertelenmesi gibi…Doğrudan yaşama biçimine ve özgürlüklere müdahale edilmesi hiçbir koşulda istenir olan değildir!