AKLI KULLANMA CESARETİ

M. Ö. 1. yy’da yaşayan Şair Horatius’un bir şiirinde kullandığı ‘Sapere Aude’ ifadesi 18. Yüzyıl Aydınlanma döneminin sloganı haline gelmiş ve bize insanlığın nasıl aydınlığa kavuşacağını çok basit ve açık bir dille ifade etmiştir: Kendi aklını kullanma cesaretini göster… 

İnsan gerçekten de içine doğduğu dünya ve ona sunulan bilgiler üstüne kendi aklıyla düşünme, sorgulama, eleştirme ve doğru olanı bulma çabasına girdiği zaman aydınlanmaya başlar. Ancak, insan çoğu zaman aklını kullanmaktan korkar. Kültürün ona sunduğu bilgiler, davranış kalıpları, uygulamalar doğru ve iyi olan olarak sorgulanmadan kabul edilir. Bu hazır cevaplar insana güven ve rahatlık sunar çünkü. İnsanın ona sunulan bilgileri doğru kabul etmesi o bilgilerin doğru olduğu anlamına gelmez. Bu bilgiler maalesef çoğu zaman aldatıcıdır. Ve işin kötüsü tarihte insanlığın büyük kitleler halinde bu aldanmanın içinde yüzyıllar boyu kaldığı dönemler yaşanmıştır... 

İlkçağ’da her şeyin mitolojik anlatılarla açıklandığı Antik Yunan toplumunda Miletli Thales ve ardından gelen doğa filozofları ilk defa kendi aklını kullanma cesaretini gösteren insanlar olarak Yunan Aydınlanmasını başlatmışlardır. Doğa filozoflarının ardından gelen Sofistler, Septikler, Sokrates, Platon, Aristoteles ve ardından Hellenistik felsefe akımları ile Antik Yunan uygarlığı ortaya insanlık için çok değerli, büyük bir felsefi birikim koymuştur. Bugün hala kendi aydınlanmasını başlatmak isteyen bir insan için en verimli kaynak Antik Yunan Felsefesidir. 

Antik Yunan felsefesindeki bu büyük birikim Ortaçağ döneminde batı dünyasına değil İslam dünyasına geçmiştir; El Kindi, Farabi, İbni Sina, Gazali, İbni Rüşd, İbni Haldun gibi büyük filozof ve bilim adamları yetişmiştir. Bu filozoflar bir yandan Antik yunan birikimini yorumlamış bir yandan da gerek felsefe gerek bilimlerde kendi özgün fikirlerini ortaya koymuşlardır. Ortaçağ bu nedenle İslam dünyası için ‘Altın Çağlar’ olarak adlandırılır. 9.yüzyıldan 15. yüzyıla kadar süren bu dönem bir nevi İslam dünyasının aydınlanma dönemidir. Ancak daha sonraki yüzyıllarda İslam dünyası bu aydınlık dönemi koruyamaz bilim, felsefe ve sanat alanlarında düşünsel hareketliliğin son bulup dogmatik bir yapının hakim olduğunu gözlemleriz. 

Ortaçağ döneminde İslam dünyası Altın Çağlarını yaşarken Hıristiyan batı dünyası ise 2. yüzyıldan 15.yüzyıla kadar ‘Karanlık Çağlar’ adıyla anılan Skolastik dönemi yaşar. Bu dönemde Kilise toplumsal yaşam üzerinde tam bir otorite kurmuş, insanların özgürce düşünmesi, eleştirmesi engellenmiştir. Felsefe, bilim, sanat alanları Hristiyanlığın dogmalarına uygun olması beklenerek baskı altında tutulmuş, aykırı olanlar Engizisyon mahkemelerinde yargılanarak idam, hapis, sürgün gibi ağır cezalara çarptırılmıştır. 12. yüzyıldan itibaren Arapça ve Farsçadan batı dillerine çevrilmeye başlanan bilim ve felsefe eserleri aracılığıyla Hıristiyan batı dünyası İslam dünyasının ve dolayısıyla Yunan uygarlığının birikimiyle karşılaşır. Bu eserler büyük ilgi görerek ileride ortaçağ Skolastik zihniyetinin son bulup Rönesans döneminin başlamasında etkili olacaktır. Ortaçağ sonlarına doğru artık Aquinolu Thomas gibi bazı düşünürler akıl-iman alanlarının birbirine müdahale etmeyen bağımsız alanlar olması gerektiğini savunmaya başlar. İman etmenin akıl yürütmeye engel olmaması, insanın kalben inançlı olup aynı zamanda aklıyla özgürce bilim, felsefe yapabilmesi gerektiğini belirtirler. 

15.yüzyıldan itibaren Batı dünyasında büyük bir uyanış başlar. Bilimsel gelişmeler, coğrafi keşifler, Rönesans ve Reform hareketleri, matbaanın icadı ile eserlerin daha geniş kitlelere hızla ulaşabilmesi Yeni Çağın başlamasına yol açar. Eleştirel, sorgulayıcı İnsanın merkezde olduğu, akıl ve bilime değer verilen; Kopernik, Galileo, Newton gibi bilim adamları sayesinde büyük bilimsel devrimlerin gerçekleştiği bu modern dönemin sembol filozofu ise güvenilir bilgilere ulaşabilmek için ‘Şüphe’yi bir yöntem olarak kullanan Descartes’tır. Descartes, Metodik Süphe yaklaşımı ile önce her tür bilgiden şüphe edip sonra düşünen bir varlık olarak kendi varlığından başlayıp varlık alanlarını sırasıyla temellendirir. 

Batıda 15.yy ile başlayan uyanış dönemi daha sonra büyük hız kazanarak 18. ve 19.yüzyıllarda Aydınlanma dönemine yol açar. Akıl çağı olarak adlandırılan bu dönemde aynı zamanda Fransız İhtilali, Sanayi Devrimi gibi büyük toplumsal dönüşümler yaşanmıştır. Toplumsal yaşamda artık akılcı-bilimsel yaklaşım, laik-anayasal yönetim, İnsan hakları, özgürlük, eşitlik, adalet gibi ilke ve değerler benimsenmiştir. İlerlemeci bir yaklaşımla düşünce özgürlüğünün önündeki engeller kaldırılmaya çalışılmış ve birey merkeze alınmış hümanizm gelişmiştir. Dönemin önde gelen filozofları arasında Voltaire, Hume, Rousseau, Kant, Hegel, Comte, Marx, Nietzsche sayılabilir. 

Aydınlanma döneminin sembol filozofu haline gelen İmmanuel Kant, ‘Aydınlanma Nedir?’ başlıklı yazısında şöyle der: ‘Tembellik ve korkaklık nedeniyledir ki insanların çoğu bütün yaşamları boyunca, kendi rızalarıyla erginleşmemiş olarak kalırlar. Ve aynı nedenlerledir ki bu insanların başına gözetici veya yönetici olarak gelmek başkaları için de çok kolay olmaktadır. Ergin olmama durumu çok rahattır çünkü. Benim yerime düşünen bir kitabım, vicdanımın yerini tutan bir din adamım, perhizim ile ilgilenerek sağlığım için karar veren bir doktorum oldu mu zahmete katlanmama hiç gerek kalmaz artık. Para harcayabildiğim sürece düşünüp düşünmemem de pek o kadar önemli değildir, bu sıkıcı yorucu işten başkaları beni kurtaracaktır çünkü..’ Kant bu ergin olmama halinden kurtulmak için insana tek yol gösterir: Kendi aklını kullanma cesaretini göster… 

Açık olan şudur ki en azından insani olan ve evrensel nitelikteki bazı değerlere, ilkelere ulaşabilmek için önce ortak payda olan akılda buluşabilmek gerekir. Akıl, pratik alanda bilimlerin ve teknolojinin gelişmesini sağlarken, teorik alanda ise felsefenin gelişmesini sağlar. Felsefe ise bizi birçok konuda tek doğruya değil, temellendirilmiş farklı doğrulara, farklı bakış açılarına, çoğulcu demokratik bir zihniyete ulaştırır. Böyle bir ortam ise değerler açısından da geliştiricidir, aydınlıktır. Ancak aydınlığa kavuşmak cesaret ister… Antik Yunan filozofu Platon’un da dediği gibi; ‘Karanlıktan korkan bir çocuğu kolaylıkla affedebiliriz. Hayattaki gerçek trajedi yetişkinlerin aydınlıktan korkmasıdır…’