YAŞAMI KİMLERLE PAYLAŞMAK İSTİYORLAR?

Coğrafya kaderdir diyenler yaşam ortaklığına vurgu yapmaktadırlar. Her ne kadar var olan güzellikler insanlığın ve doğanın kazancı ise de ilk “çiti” çeviren kafa, bir biçimde onlara el koymayı planlar. Oysa doğada her var olanda, tüm varlıkların hakkı olduğunu kabul etmek gerekir. Bu aynı zamanda yaşamın uygarca paylaşılmasıdır.

Bir toplumdaki bilinç düzeyinin yüksekliği algıları etkiler. Bilinçli bireyler okur, araştırır ve birtakım sorular sorar. Genellikle bu sorular, bireyin ve toplumun yararını temel alır. “Hakkı tanıyan, haksızlığa baş eğmez!” söylemi işlevini sürdürür. Algı yaratmak isteyeneler, genellikle bilgisiz ve inanmaya hazır olan kitleleri avlarlar. Bu kitleler soyut düşünme yetisinden yoksun ve basit çıkarların ardına takılmaya hazır olan yığınlardır. Küçücük bir çıkar karşılığında geleceğini görmekten aciz insanlardan söz ediyoruz. Neden-sonuç ilişkisi kurmazlar. Yoksulluklarının, muhtaçlıklarının nedeninin; kurum, kural ve yasa tanımayan bir avuç azınlık olduğunu göremezler(!) İşsizliklerinin nedeninin, birden çok maaş alan liyakatsiz yandaşlar olduğunu göremezler. Gelir bölüşümü adaletsizliğinin, haksızlıkların ve hukuksuzlukların yönetememekten değil; bilerek ve isteyerek “o” şekilde yönetmek istediklerinden kaynaklandığını anlayamazlar(!) Kötü yönetimle, kötü niyetli yönetimi ayırt edemezler! Bu nedenle bilinçsiz yığınları yönetmenin daha kolay olduğunu bilenler; din ve milliyetçilik söylemleriyle yığınları kontrol ederler. Bu nedenle tercihleri bilgisiz, bilinçsiz ve örgütsüz yığınlardır. Soru sormayan, hak aramayan ve körü körüne biat eden yığınlar yaratmak için çaba harcarlar. Eğitimi, sağlığı ve güvenliği yok etmeleri bunun içindir(!)

Vatandaşlar ne zaman haklarına sahip çıkarlar? Bu sorunun en kısa yanıtı, alışılmış yaşamlarını sürdüremedikleri zaman. Yeterli gelir hemen hemen her koşulda normal bir yaşam olanağı sunar. Bu süreçte genellikle insanlar değişikliklere yönelmez. Toplumun değişimini sağlayanlar her zaman azınlıkta kalan aykırı bireylerdir. Ancak bir kriz sürecinde toplumun büyük bölümü alışılmış yaşantısını sürdüremez olur. Aynı süreç, yoksullaşmanın artışı ile zenginleşmenin birlikte yükseldiği süreçtir. Bu süreç, bilerek ve isteyerek yaratılmış olan bir sınıfsal tercihtir(!) Fakat sonuçlar ters orantılıdır. Az sayıda kişi zenginleşirken, yığınlar yoksullaşır. Bu olumsuz durumu aşmanın tek yolu, yoksulların bir araya gelmesi yani örgütlenmesidir. Eylem en iyi örgütleyicidir. Gezi direnişi bunun yaşanmış örneğidir. Aynı şekilde Akbelen direnişini de söyleyebiliriz. Toplumdaki olumsuz gelişmeleri olumlu ve gerekli kanallara kanalize edecek olan sınıfsal örgütlülüktür. Sermayenin bu anlamda fazlası var. Dar bir grup yaşamın her alanını kontrol eder hale gelmiştir. Örgütsüz olan emek kesiminin şiddetle örgütlenmeye ihtiyacı var. Sorunlar birleşmenin altyapısını oluşturmaktadır ve eylemde birliktelik de bunun tescilidir. Peki, ortak sorunlarımız nelerdir? Hangi temel sorunlar ile ilgili olarak bir araya gelinebilir? İlk akla gelenleri sıralayalım:

-Yasa tanımazlıklara dur demek, anayasayı yok saymaya ve hukuksuzluklara dur demek için,

-İşsizliği ve pahalılığı bilerek ve isteyerek artıranlara dur diyerek; kendilerine tanınan hukuka aykırı yetkileri iptal etmek için,

-Eğitimi ve sağlığı paralı hale getirerek, yığınların temel haklarını ellerinden alanları durdurmak için,

-Adaletsiz paylaşımda ısrar edenleri, bu tutumlarından vazgeçirmek için,

-Halka ait olan üretim tesislerini, yerli ve yabancı yandaşlara peşkeş çekenlerden kurtulmak için,

-Maden alanları dahil, ülke varlıklarını yabancılara ve onlarla birlik olanlara; halkın rızası olmaksızın verenleri engellemek için,

-Sığınmacıların elini kolunu sallayarak ülkemize girmesine engel olmayanlara engel olmak için!

-Yağmacılardan geriye kalan kıt kaynak ve olanakları ve lokmalarımızı yabancılarla paylaşmak istemediğimiz için! Onurlu ve insanca bir yaşama kavuşmak için…

Bunlara eklenecek yığınla çözülmesi gereken sorun olduğu için, eylemde örgütlü birliktelikleri sağlamak dahada kolaylaşmıştır. Yalnız, iktidarın kendine göre düzenleyip belirlediği muhalefetin değiştirilmesinin daha öncelikli olduğu unutulmamalıdır!