UYGARLIK NE KADAR UYGAR?

Uygarlık el konan varlıkların sırtına tüneyerek, en iyi olanaklarla yaşamını sürdürmek midir? Uygarlık güçsüzleri, yoksulları, çaresizleri ve yardıma muhtaç hale getirilenleri görmezden gelmek midir?
Gelişme sözcüğünü olumlu olarak algılıyor ve o anlamda kullanıyoruz. Oysa tanığı olduğumuz gelişmeler sadece olumlu, iyi ve istenir olanları kapsamıyor! Gelişme, varlıklar arası ilişkileri de etkiliyor. Özellikle eşitsiz ilişkiler bu gibi durumlarda olumsuz gelişmelere neden oluyor. Yaşam döngüsü, olumsuz gelişmelerden büyük ölçüde etkileniyor.
Kaynaklara erişmek için işgal dönemleri yaşanmıştır. Süreç içinde kaba sömürü yerini, borçlandırma temelli yatırımlara bırakmıştır ki; bu süreçte insan kaynağı da sömürü kapsamına alınmıştır. Yöneticileri yönlendirilen ülkeler, önce bağımsızlıklarını yitirdiler!
Üretilenlerin pazarlanması zorunluluğu ise, pazarları ele geçirme oyunlarıyla sonuçlanmıştır. Bu süreci teknoloji önceliği ve hakimiyeti izlemiştir. Daha sonra davul zurna ile küreselleşme savı ibadete dönüştürülmüştür(!) Özelleştirme değer aktarımını, esnekleştirme sınıfsal direnci ve örgütlülüğü yok ederken; kuralsızlaştırma, sermaye kardeşliğinin egemenliğini kurmaya çalışmıştır. Küreselleşmeye alan açmak için itibarsızlaştırma ile işe koyulmuşlardır(!) Dünyanın büyük bir bölümü küreselleşme dalgasından payına düşenleri alırken; gelişememiş veya geri bıraktırılmış ülkeler, katıksız biçimde sömürgelerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Gelişmiş ülkeler gelişmemişleri sömürürken; gelişmemiş ülkelerde kendi yoksul ve çaresiz halklarını iliğine kadar sömürmeyi sürdürmüşlerdir!
Kendi ülkesini, iş birliği yaptıklarıyla birlikte sömürenler bu ilişkileri kurumsallaştırarak güvendiği aracılara sınırsız olanaklar sağlamışlardır. Üretenlerin sömürüsü ile sürdürülen sistem yerini ağırlıklı olarak tüketenleri sömürmeye bırakmıştır! Konuyu daha iyi anlaşılır hale getirmek için, somut bir örneğe bakalım:                                                                                                                                                         Bir Amerikalı yetkiliye (Henri Kıssınger) ABD’nin neden bu kadar güçlü olduğu sorusu sorulduğunda şu yanıtı veriyor: “Bizler aramızdaki vatan hainlerini öldürürüz! Bu konuda hiç merhametimiz yoktur!
Bir de diğer ülkelerin hainleri vardır. Tam tersine o hainleri besleriz. Hepsini birer kahramana dönüştürüp önemli adamlar haline getirir ve kendi hesabımıza çalıştırırız. İşte Amerika olarak gücümüzün sırrı budur!
Silah gücümüzde çok önemlidir ama ondan sonra gelir.” (Aktaran, Rahmi Turan)
Anlaşılan o ki, yabancılar yerli malzeme (kullanışlı çıkarcılar) kullandıkları zaman daha başarılı olmaktadırlar. Burada önemli olan etken yabancılar değil; ülkesine yabancılaşanlardır. Azgın kapitalizmin iç sömürüsü çok daha kanlı ve yıpratıcı olmaktadır! Hak, hukuk ve adaletten söz edilemeyeceği gibi, bir uygarlıktan söz etmek de olası gözükmemektedir!
Ülke demokratik değilse, hukukun üstünlüğüne uyulmuyor ve temel haklar gözetilmiyorsa, sorunlar kaçınılmazdır. Yönetimler şeffaf değilse ve denetimler yetersiz veya hiç yok ise; toplum kaybetmeye mahkûm edilmiş demektir. Bu negatif süreç, yönetenlerin kayırmacı ve çıkarcı yaklaşımları sonucunda ayrıcalıklı bir aracı kesimin ortaya çıkmasına neden olur. Bu süreç, eşitsiz paylaşımlarla tüm toplumsal dengeleri alt-üst eder! Klasik sömürü üreten emekçilerin sırtından sağlanırdı. Üreten birim ve tesisler yerli ve yabancı yandaşlara peşkeş çekilince, geriye sadece tüketim kaldı. Tüketime aracılık edenler aynı zamanda siyasetin finansmanını da sağlar oldular(!)
Aynı olumsuz süreçte, temsil adı altında ve bir biçimde yönetme hakkı kazananlar; yönetilenler adına her şeyi kendi çıkarları doğrultusunda yapabileceklerini savunurlar. Bu düşünce yapısına sahip olan yönetici sıfatı olan kişiler, bir biçimde ilk seçimi kazanır ve sonraki seçimleri kaybetmezler! Bunun için kuralları kendilerine göre düzenlerken, kurumları da çıkarlarını güvenceye alacak şekilde yapılandırırlar. Bağımlı medya halkın karşısında ve yönetenlerin yanında yer alır(!) Artık her şey gerçeklikten koparılır ve gerek duyulduğunda vitrin için bir malzemeye dönüştürülür. Bu noktada önemli olan algı yaratmak ve yaratılan algıları hedef kitleye iletmektir! Yasal hak yerini yönetenlerin tercih ve lütuflarına bırakır ki; işte bunun adı hiçbir koşulda uygarlık olamaz! Gelişmişlik, tüm olanaklarını yeni sömürü biçimlerine dönüştürür. Cilalı sömürünün uygarlık olmak gibi bir ayrıcalığı yoktur ve olamaz!