SONSUZ HAZİRAN

Nazım Hikmet, Selanik’te 1901 yılının kasım ayında doğdu. Kendisinin doğum tarihi olarak kabul ettiği tarih, 15 Ocak 1902’dir.
Ülkesindeki yaşamının büyük bölümü hapishanelerde geçti. 1925 yılından 1951’e kadar hapishanelerde geçti yaşamı. Memleketim başlıklı şiirinin girişi şöyle:
MEMLEKETİM: Memleketimi seviyorum: Çınarlarında kolan vurdum, hapisanelerinde yattım. / Hiçbir şey gideremez iç sıkıntımı / memleketimin şarkıları ve tütünü gibi. //
 
Memleketim: / Bedreddin, Sinan, Yunus Emre ve Sakarya, / kurşun kubbeler ve fabrika bacaları / benim o kendi kendinden bile gizleyerek/ sarkık bıyıkları altından gülen halkımın eseridir. 

Sevmek, paylaşmakla başlar; üretenler hep paylaşırlar. Nazım bunu hep yaptı: Mahpushaneden, Kemal Tahir’e gönderdiği 4 Kasım 1943 tarihli mektupta Nâzım Hikmet şöyle yazar: “Memleketini ve memleketinin çalışan insanlarını sevmeyen insan, dünyayı ve dünyanın çalışan insanlarını sevemez ve dünyayı ve dünyanın çalışan insanlarını sevmeyen insan kendi memleketinin çalışan insanlarını sevemez.”
Anadolu’muzu en iyi anlatan dizeler ona aittir:
DÂVET                           
       “Dörtnala gelip Uzak Asya’dan / Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan / bu memleket bizim.//
Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak / ve ipek bir halıya benzeyen toprak, / bu cehennem, bu cennet bizim.//
Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın, / yok edin insanın insana kulluğunu, / bu dâvet bizim…//
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür / ve bir orman gibi kardeşçesine, / bu hasret bizim…”

Ölüm cezası ömür boyu hapse çevrilen Nazım, 1950 yılında çıkarılan genel af ile hapisten çıktı. Fakat, düşünen ve ülkesini seven bu insan için dışarısı da içeriden farksızdır! Onun yaşamını çekilmez kılmak için akla gelmez şeyler yaparlar. Yaşamının tehlikeye girdiğini algıladığından, ülkesini terk etmek zorunda kalır. 1951 yılında vatandaşlıktan çıkarılır.

SEN                                                                                                                                                           
 “Sen esirliğim ve hürriyetimsin: / Çıplak bir yaz gecesi gibi yanan etimsin. / Sen memleketimsin.//
Sen, elâ gözlerinde yeşil hâreler / Sen, büyük, güzel ve muzaffer / Ve ulaşıldıkça ulaşılmaz olan / hasretimsin…”

Nazım demek sevda demek; bıkmadan, usanmadan sevmek demek. Nazım, özgürlüğü sevdi, sevdiğini kendisi kadar, sevdikleri içinde istedi:
 
ONLAR: Onlar ki toprakta karınca, / suda balık / havada kuş kadar / çokturlar; / korkak, / cesur / câhil / hakîm / ve çocukturlar / ve kahreden / yaratan ki onlardır, / destânımızda yalnız onların mâceraları vardır.//
 
Onlar ki uyup hainin iğvâsına / sancaklarını elden yere düşürürler / ve düşmanı meydana koyup / kaçarlar evlerine / ve onlar ki bir nice mürtede hançer üşürürler / ve yeşil bir ağaç gibi gülen / ve merasimsiz ağlayan / ve ana avrat küfreden ki onlardır, / destânımızda yalnız onların mâceraları vardır. //
 
Demir, / kömür / ve şeker / ve kırmızı bakır/ ve mensucat / ve sevda ve zulüm ve hayat / ve bilcümle sanayi kollarının / ve gökyüzü / ve sahra / ve mavi okyanus / ve kederli nehir yollarının, / sürülmüş toprağın ve şehirlerin bahtı / bir şafak vakti değişmiş olur, / bir şafak vakti karanlığın kenarından / onlar ağır ellerini toprağa basıp / doğruldukları zaman.

Yurtseverlik, insani gelişimin önemli halkalarından biridir. İnsanlar bu noktada bireyciliği ve milliyetçiliği aşmış olur. Yurtseverlik ülkesini, ülkesinin tüm varlıklarını ve değerlerini sevmektir. Yurtseverlik eşiği aşılınca evrenselliğe erişilir ki; bu yurtseverliği pozitif olarak aşmak demektir. Dünyanın yüz akı olan insanlar bu evreden geçerler. Nazım Hikmet ve Mustafa Kemal Atatürk bunların önde gelenlerindendir! 

SEN                                                                                                                                                         
  “Sen esirliğim ve hürriyetimsin: / Çıplak bir yaz gecesi gibi yanan etimsin. / Sen memleketimsin.//
Sen, elâ gözlerinde yeşil hâreler / Sen, büyük, güzel ve muzaffer / Ve ulaşıldıkça ulaşılmaz olan / hasretimsin…”

Dünyanın neresinde olursa olsun ve kim olursa olsun; “KIZ ÇOCUĞU” şiirinden etkilenmeyecek insanın olabileceğini sanmıyorum:

KIZ ÇOCUĞU 
Kapıları çalan benim 
kapıları birer birer. 
Gözünüze görünemem 
göze görünmez ölüler. 
Hiroşima'da öleli 
oluyor bir on yıl kadar. 
Yedi yaşında bir kızım, 
büyümez ölü çocuklar. 
Saçlarım tutuştu önce, 
gözlerim yandı kavruldu. 
Bir avuç kül oluverdim, 
külüm havaya savruldu. 
Benim sizden kendim için 
hiçbir şey istediğim yok. 
Şeker bile yiyemez ki 
kâat gibi yanan çocuk. 
Çalıyorum kapınızı, 
teyze, amca, bir imza ver. 
Çocuklar öldürülmesin 
şeker de yiyebilsinler.


Nazım, dünyanın bütün insanlarını âmâsız ve fakatsız sevdi. Bu sevda yüklü yürek sustuğunda, yıl 1963 ve 3 Haziran’dı! Yüreklerin başköşesindeki yerinde hep var olmaya devam edecektir. Nazım sevgisi insanlığın yüreğinde dal budak salarak var olmaya ve özlenir olmaya devam edecektir. Nazım’ı sevmenin onuruyla mutluyuz ve kendisini saygıyla anıyoruz…