SEBEPLER VE SONUÇLAR.

Olaylar, günlük yaşamın kaçınılmazlarıdır. Varlıkların varlık sürdürümü, bir takım gerekliliklere bağlıdır. Biz bu zorunlulukları olay olarak tanımlıyoruz.
Somut bir olay değerlendirilirken, sadece sonuç ve etkileri üzerinden değerlendirme yapılırsa, bundan gerçekler zarar görür. Bu nedenle gerçekler korunmalıdır. Gerçekliğe ilişkin bir söylem anımsıyorum, şöyle diyordu; “Gerçeği yanlış insana söyletirseniz, bundan gerçek zarar görür!” Gerçeğin zarar görmesi, sonuçta ilgili kişilerin zarar görmesidir. Burada yapılması gereken, olayların sonuçları değerlendirilirken nedenlerinde dikkate alınmasıdır.  Olayların nedenleri dikkate alınmazsa, alınacak önlemler yeterli olmayabilir. Nedenler ortadan kaldırılmaz ise, hep aynı sonuçlarla karşılaşmak kaçınılmaz olur.
Kırk yıl öncesini anımsıyorum. Özellikle kırsal kesimde yaygın bir ödünçlü yaşam biçimi vardı. Ekmek, tuz, şeker, un, yağ, ateş gibi zorunlu maddeler komşulardan ödünç olarak alınırdı. O dönemdeki ödünçlü yaşamın nedeni yokluk ve yoksulluktu.
Bugün ödünçlü yaşam söndü. Onun yerini borçlu yaşam aldı. Kredi kartı kullanmayan ve kredi borcu olmayan yok gibi. Borçların güvencesi yetersiz sabit gelirler ve var ise ve hala kaldı ise, önceki birikimlerdir. 
Yoksullaşma, kontrolsüz zenginleşmelerin sonucudur. Finans kuruluşları tüm varlıklara el koymaya devam ediyor. Ulusal gelirlerin %47,5’ine el koyanlar semirirken, geriye kalan %90, her geçen gün  çok yoksullaşmakta. Bu yoksullaştırma bir seçeneksizlik değil, bir tercihtir. Tercih, bilerek ve isteyerek uygulanan politikalardır. Sermaye oburluğu çevreye saçılmış olan güçsüzlerden başlattığı soğurmayı, orta kesime çevirmiştir. Orta kesim yıkılmamak için dişiyle ve tırnağıyla yaşama tutunmaya çalışıyor. Çalışabilir nüfusun çalışmayanları, %54’e ulaşması bu gerçeği yansıtıyor.
Devletler olağanüstü güçlere sahiptirler. Bu güç; yasalar, kurumlar ve kurallarla(etik) sınırlandırılmaz ise, vatandaş savunmasız kalır. Demokratik devletlerde vatandaşlar devlet karşısında korunur. Bizde haklı olarak söylenmiş olan; “Cumhuriyet, kimsesizlerin kimsesidir.” Sav sözü boşa söylenmiş değildir. Sistemleri ayakta tutan demokratik kurumlar, vatandaşların(özgür bireyler) güvencesidir. Yönetim biçimlerine baktığımızda; doğrudan yönetim biçimi uygulanır gibi gözükmemektedir. Bu nedenle de, peygamberler yönetimi olarak tanımlanmaktadır. Her açıdan eşitlerin olması halinde ve böyle bir yönetimden söz edilebilir. Geriye kalan, yarı doğrudan temsil biçimidir. Yarı doğrudan temsil yönteminde yakın temsil odakları devreye girer. Benzer kategoride olanların belirlediği kişiler onları temsil eder. Farklı örgütler, farklılıkların farkında olan oluşumlar olmalıdır. Farklılıkların temsil düzlemindeki birlikteliği; eşitliğin ve demokrasinin güvencesi olabilir. Örgütlü toplumların görünümü, gökkuşağını çağrıştırır. Bu görünüm, güç ve güvencedir.
Otokrat yönetimlerden söz etmiyoruz. Bu noktada, neden sonuç ilişkisi gözden kaçırılmamalıdır. Hiçbir birey, iradi olarak kendi yönetimini bir başkasına bırakmaz. Sadece borçlanma açısından bakarsak; borçlanma, kişiler, kurumlar ve devletlerarasında yapılan işlemlerdir. Bu nedenle borçlanmada bir iradenin olması gerekir. Hangi gerekçe ile olursa olsun rızası olmayan kişiler borçlandırılamaz. Üstelik borçlandırılanların azımsanmayacak bir bölümü henüz dünyaya gelmemiş olanlardır. Çocuklarımız ve torunlarımızda borçlandırılmaktadır ki; onlar adına böyle bir işlem yapma hakkı hiç kimseye, hiçbir biçimde verilemez.