Sarardım ben sarardım.

Hafta sonu vefat eden çok sevdiğimiz bir dostumuzun cenazesini kaldırmak üzere yola çıktık, Trafik her zaman olduğu gibi yoğun, yolsa ağır aksak giderken "acaba dinleyeceğimiz güzel bir türkü denk gelirmi.?"  sorusuna cevap bulmak adına artık birbirinin benzeri olan televizyon kanallarını dolaşırken bir türkü kanalında sanatçının, 

"Sarardım sen sarardım,

Senin için sarardım./

Baş yastıkta göz yolda,

Her geçenden sorardım./

Al dağlar yeşil dağlar,

Gurbette yarim ağlar/

Açtı m'ola şu Sivas'ın gülü yaprağı,/

Çeker bizi bu yerlerin suyu toprağı."

 türküsüne sanki bir milyon yıldır dinliyormuşuz yada biz bir milyon yaşındaymış gibi dinledik, kendimizi tam bu türkiye kaptırmışken arkasından 

"Güz mü geldi rengin soluk

Ne tez yaprak döktün ömrüm

Hep ağlarsın boynun bükük

Gözyaşın derya mı ömrüm, ömrüm "

diye devam eden  türküyü duyunca "Haber her zaman var ama bizi yıllar öncesine götüren,hüzünlendiren, ağlatan böylesine güzel türküleri bir daha kolay kolay bulamayız"diyerek  haber dinlemekten vazgeçtik ve bu iki güzel türkü ile birlikte çok sayıda türküyü başından sonuna kadar dinledik.

Ertesi gün de istediğimiz zaman kulağımız duysun diye gittik para verdik içerisinde bu türkünün de bulunduğu bir CD satın aldık.

Zaman zaman bu sütunlarda artık yaşlandığımızı, hayatımızın muhtemelen sonbahar mevsimini yaşadığımızı, geriye doğru tam teşekküllü bir muhasebe yaptığımızda bir şairin "Aldım sattım kâr haram olsun" noktasında bulunduğumuzu yazıp duruyoruz.

Toz duman bir şekilde geçip giden farkına vardığımızda da sadece arkasından bakıp el sallayabildiğimiz ömrümüzün bu kalan kısmında ne kadar fazla muhasebe yaparsak yapalım, giden günlerin geriye dönmeyeceğini de çok iyi bildiğimizden kendi kendimizi “Giden gitti hiç değilse bundan sonra kalan zamanı iyi değerlendirelim” şeklinde avutmak zorunda kalıyoruz.

Bizi dünyaya getiren annemiz,

babamız hayatta değil.

Beraber büyüdüğümüz aile fertlerinden pek çoğu da aramızdan belli sürelerde ayrılıp ahirete intikal etiler.

Dedelerimiz,

ninelerimiz,

amcalarımız,

dayılarımız,

halalarımız,

teyzelerimiz ise

sanki bir varmış bir yokmuş misali, aramızdan bir su gibi akıp gitmişler ve işin daha kötüsü hiç olmamışlar gibi düşünüyoruz.

Belli zamanlarda kendimizi dinleyebilmek adına yalnız kalıp sorgulamaya, ondan sonra da iç hesaplaşmaya doğru gittiğimizde işin doğrusu yaşadığımız zaman zarfında insanın mutlu olmak için o kadar çok sebebi varken, kendi kendimize ettiğimiz zulüm dolayısı ile biz dahil herkesin yarınlar adına müthiş bir umutsuzluk yaşadığımızın farkına varıyoruz.

Zaman zaman, insanın mutlu olması için ekonomik durumunun iyi olması şarttır, ekonomik durumu iyi olmayan insanın mutlu olması da nerede ise imkansızdır şeklinde düşünsek de zaman ilerleyip yaş geçtikçe, mutlu olmak için asıl gerekli olanın para olmadığını, bütün meselenin akıp giden zamanı durdurmaktan ibaret olduğunun farkına acı da olsa varıyoruz.

Zamanın çok büyük bir hızla akıp gittiğinin farkına varan ve bizim gibi belli bir yaşa gelmiş, hatta aşmış pek çok dostumuzun zamanı durdurmak adına doktor kontrolü altına çeşitli operasyonlar geçirdiklerini görünce bir taraftan ‘Yahu senin işin gücün yok mu?’ diye sorsak da, diğer taraftan “Kardeşim hayat senin nasıl hoşuna gidiyorsa öyle yaşa” demekten kendimizi alamıyoruz.

Yaşımız geçtikçe ve geçen yıllar içerisinde her geçen biraz daha fazla yalnızlaştıkça, derdimiz daha da çekilmez oluyor.

Belki de çok uzun yıllar belli bir çevrede yaşamanın verdiği alışkanlılardan olsa gerek başka bir yere uyum sağlamakta zorlanıyoruz. 

Karşımızda daha önce görmediğimiz pek çok insanın hal ve hareketlerinden sıkıntı duyuyoruz. Normal şartlarda vatandaşın huyu suyu yerinde iken onun davranışlarının da bizim gibi olması noktasında muhatabımıza yapmadığımızı bırakmıyoruz

Sanatçı Volkan Konak 'Yapma sevdiğim' isimli eserinde;
 

"Çekilmez bir adam oldum yine 

Uykusuz aksi lanet 

Bir bakıyorsun ki ana avrat söver gibi 

Azgın bir hayvan döver gibi
Bugün çalışıyorum Sonra bir de bakıyorsun ki 

Ağzımda sönük bir sigara gibi
Tembel bir türkü
Sabahtan akşama kadar
Sırt üstü yatıyorum ertesi gün 

Evet evet ve beni çileden çıkarıyor 

Büsbütün 

Kendime karşı duyduğum
Nefret ve de merhamet
Çekilmez bir adam oldum çekilmez 

Uykusuz aksi lanet 

Yine her seferki gibi haksızım 

Sebep yok 

Biliyorum 

Olması da imkansız 

Bu yaptığım iş ayıp rezalet 

Fakat elimde değil gülüm "

derken artık sazını yalnızlığın duvarına asan herkesin içerisinde bulunduğu halet-i ruhiyi mükemmel bir şekilde özetlemiş oluyor.

Hal böyle olunca aslında ömür dediğimiz şeyin su gibi, hatta sudan daha hızlı bir zaman diliminde akıp giden zamandan başka hiçbir şey olmadığının da farkına acı bir şekilde varıyoruz. 

Büyüyeyim, okula gideyim, okulu bitireyim.

Askerlik görevim bitsin, iyi bir işe gireyim,

helal süt emmiş birisini bulup evleneyim,

sağlıklı çocuklarım olsun,

çocuklar okulu bitirsin diye uğraşırken,

aynanın karşısına geçtiğinizde saçlarınızın olduğu gibi döküldüğünü,

dökülmediyse de tek bir siyah tel kalmamacasına tamamının bembeyaz olduğunu,

gözlerinizin daha az gördüğünü,

normal şartlarda 32 olan diş takımınız da yerinde yeller estiğini anlamak zorunda kalıyorsunuz.

Göz açıp kapayıncaya kadar geçip giden ömrümüzün muhasebesini bir dakikada, hatta ondan daha kısa bir sürede muhasebeleştirdikten ve kârdan çok zarar ettiğimizi anladıktan sonra;

"Güz mü geldi rengin soluk

Ne tez yaprak döktün ömrüm

Hep ağlarsın boynun bükük

Gözyaşın derya mı ömrüm, ömrüm"

diye başlayan türkünün de yüreğinizi mermi gibi delip geçtiğini fark ediyorsunuz.

Bu günlerde; 

"Ne tadım ne de tuzum var

Ne yaşamakta gözüm var

Bülbül gibi feryad figan

Etmekten ne çıkar ömrüm"

diye biten bu türkü baktık ki hemen herkesin dilinde,

Zengin-fakir-orta halli demeden hemen herkes akıp giden ve bir daha geri dönmesi mümkün olmayan ömrünün peşine düştüğü bir dünyada aslında paranın pulun zenginliğinden beş para etmediğin ortada.

Ömür gittikten sonra zenginliğin kime ne faydası olacak ki?