Belirsizlik, bilinmezlik ve güvencesizlikler korkunun kaynağıdır. Geleceğin ön görülemez ligi de istikrarsızlığın kaynağıdır.
Hukuka uygunluk olmazsa olmaz bir öncelikli koşuldur. Yaşamda kurumsal güvenceler belirleyici olmalıdır. Her koşulda yaşama ilişkin temel haklar, yasal ve kurumsal güvenceye kavuşturulmalıdır. Böyle bir ortamda istikrardan söz edilebilir. İstikrar, varlığın sorunsuzca sürdürülebilmesi ve geleceğin güvencesidir.
Günah, yaşamın olumsuzluklarından oluşan bir birikimdir. Bu birikim kuşaktan kuşağa irdelenmeden aktarılır. Dünyaya gelen bir canlı en saf ve temiz bir varlıktır. Ancak, özellikle insan türü içinde bazı çocuklar araştırılmamış ve soruşturulmamış suçların muhatabı olurlar. Böyle olunca da yaşamdan almaları gerekenleri alamazlar. Çünkü onların giysileri daha önceki kuşaklar tarafından biçilmiştir(!)


Sorunsuz bireylerin istikrarlı ortamlarda yaşadıkları varsayılır. Çünkü istikrar korkuyu öteler. İstikrar öngörülebilirlik olduğundan dolayı, olası beklenirlere ilişkin önlem alma olanağı vardır. Böyle bir ortam öncelikle korkuyu asgariye indirir. Zaten korku güvenle güvensizlik arasında yer alır. Güvene yaklaşınca istikrardan söz edilebilir. Bir ülkenin bütün vatandaşları bilgileri ve katılımları olsa da olmasa da tüm eylem ve işlemlerin muhatabı konumundadırlar.
Bir toplumda milyonlarca aileye yardım yapılıyor ise; öyle bir toplumda ne güvenden ne de güvencelerden söz edilebilir. Gelir dağılımının adaletsiz olduğu bir yapıda güvence denen bir şey olamaz. 100 liralık bir gelirin 54 lirasını bir kişi alıyor ve geriye kalanı da 99 kişi paylaşıyor ise böyle bir toplumda korkunun egemen olduğunu söyleyebiliriz. Bu savımızı kanıtlayan bir alıntıyı birlikte izleyelim:  “Memlekette taşın üzerinde taş bırakmayacak rant  uygulamaları kentleri, üretim alanlarını bir bir yağmaya açarken,  diğer bir yanda boşaltılan bu alanlarda yükselen inşaatlarda, AVM’lerde yeni kölelik düzeni inşa ediliyor.  İnsana ve insanlığa dair tüm değerler, yaşama ait tüm mekânlar hızlı bir yıkıma tabi tutulurken, içine sıkıştırıldığımız alan durmadan üretmemizi, karın tokluğuna çalışıp durmadan tüketmemizi, tükettiğimiz için borçlanmamızı, borçlu olduğumuz için durmadan-sorgulamadan çalışmamızı arzu ediyor. “Arzu etmek” demokratik bir seçenek gibi gözükmesin, zira iktidar bu arzularını başka bir seçeneğe yer bırakmayacak doğrultuda dayatmacı, baskıcı ve zora dayalı yöntemlerle gerçekleştirmek için var gücüyle çalışıyor. Bu yöntemleri ise dini referanslar üzerinden hayata geçirebiliyor.(ASLI  AYDIN- BİRGÜN)”


Korkunun egemen olduğu ve yasal(iktidarın uymadığı) güvencelerin olmadığı bir yapıda özgürlüklerden söz etmek güçleşir. Bütün bu var olan olumsuzluklar yetmezmiş gibi, güvenlik adı altında yeni yasal düzenlemelerin yapılmak istenmesi, yaşamı bulanıklaştırmakta ve geleceği öngörülemez kılmaktadır. Bu önlemler meclis eliyle yapıldığında vatandaşlara sokaklarda direnme dışında bir seçenek bırakılmamaktadır. Gösteri ve yürüyüş hakkının anayasal bir dayanağı olmasına karşın bu hak da kullanılmaz hale getirilmektedir!
Korku diktatörlerin en vazgeçilmezlerindendir. Bu nedenle sürekli olarak düşman yaratırlar. Genellikle de düşman yaratırken ülkeyi bölerler. Düşman söyleminin alıcıları olduğu sürece, bunu planlı olarak ortaya atanlar; durumdan yararlanmaya devam ederler. Derin yoksulluk, dayatılmakta olan düzensiz ve kuralsız yeniden paylaşımların kaçınılmaz sonucudur(!) Mevcut veriler, 2019 yılında emeğin ulusal gelirden %31,2 pay alırken, bunun %26’ya gerilediğini gösteriyor. Aynı süreçte sermayenin payı, %56,2’den, %64’e çıktığını göstermektedir. Bu olgu, güvenli bir ortamın yansıması değildir!