Son 3 gündür arkadaşlarımız ile birlikte içerisinde Ankara-Niğde-Nevşehir-Aksaray illerimizide olan bir seyahat gerçekleştirdik, Normal şartlarda bu tür seyahatler insanın kafa dinlemesi, kendisine vakit ayırması için tam bir fırsattır ancak bizim gibi cep telefonunu Medya mensubu olmaktan kaynaklanan daha çok mecburiuetten elinden bırakamayanlar için bir yerde sabit kalmak ile uzaklarda olmanın hiç bir farkı yoktur.
Normal şartlarda biz seyahetlerimizi daha ilk andan itibaren kendimize ait sosyal medya hesaplarından bizi tanıyanlara ilan ederiz, ancak buna rağmen bulunduğumuz bölgeden ayrılır ayrılmaz hiç durmadan çalan telefonunumuzun diğer ucundaki insanlar "-Yüksel abi biliyorum yoğunsun ama sana bir işim düştü" diye başlayan ve bitip tükenmek bilmeyen taleplerde buunmaktan asla geri durmuyırlar.
Böylesi anlarda farkına varıyoruz ki Türkiye'de bir vesile ile siyasete soyunmuş ve soyunduğu siyaset arenasında belli bir yol almış kim varsa o andan itibaren kendi hayatını, ailesinin hayatını mecburen bir kenara iter ve kalan ömrünü başkalarının mutluluğu ve rahatı için harcamak zorunda kalır,
"Ali'nin tayini ,
Velinin krediisi,
Hasanın terfisi,
Hüseyin'in çocuğuna uygun fiyata özel okul bulunması
Süleyman'ın ailesine yaz tatili geldiğinde bir devlet misafirhnesinde yer ayrılması,"
derken bakarkı kendi ömrü nerede ise sona ermek üzere.
Bizim memlekette bu tür ara işler "Tuzlukçuluk" olarak tanımlanır,
Demokrasinin tam anlamı ile yerleşmediği,
Görevlendirmelerin liyakattan çok "Senin adamın benim partilim" görüşünün nerede ise hayat nizamı olduğu memlekette "Tuzlukçuluk" nerede ise nüfusun büyük bir çoğunluğunun ikinci mesleğidir,
İşin kötüsü bu tuzlukçuluk mesleği bir kere insanın üzerine yapıştığında bir daha çıkmaz, bir ömür geçer ancak “Tuzlukçu aşağı-tuzlukçu yukarı” durumunu artık manuel aracın vites kolunu çevirir gibi bir alışkanlık olduğundan kolay kolay bırakılmaz.
Sözünü ettiğimiz “Tuzlukçuluk” mesleğini yirmili yaşların ikinci yarısından itibaren belki isteyerek belki de istemeyerek kendisine meslek yapanlardan birisi de bu satırların sahibi Yüksel Ercan’dır,
Yirmili yaşların ortalarında tercih ettiğimiz ve aradan geçen 35 yıllık zaman dilimi içerisinde “Tuzlukçuluk mesleği" üzerimize yapışıp kaldığını etrafımızda bulunan hemen herkes bildiğinden mesleğin hakkını verdiğimizde söyleyebiliriz.
Ömrümüzün 25 ile 55 yaş arasındaki 30 yıllık zaman dilimi tamamen
“Yüksel Başkanım kardeşim karakolda kaldı yardım et-
Yüksel abi annem hastanede ameliyat olacak, gün alamıyoruz bir çözüm bul-
Yüksel Ercan, kardeşim Ehliyet sınavına girecek tanıdık bir hoca varmı-
Yüksel başkanım Amcaoğlu Sanat okulunda marangozluk bölümünü kazanmış, Elektrik-Elektronik bölümünü istiyoruz Milli Eğitim müdürü ile görüşürmüsün..”
diye başlayan ve önü sonu gelmeyen taleplerin peşine koşmakla geçti.
Daha çok 1990 ila 2015 yılları arasında ortaya çıkan bu duruma kayıtsız kalmak elbette ki mümkün olmazdı,
Bir taraftan başarısızda olsa bir siyasetçi diğer taraftan yazdıkları okunan bir gazeteci olarak gelen bu taleplere “inanın tanıdığımız kimse de yok elimizden gelen bir şeyde yok” şeklinde cevap vermek gibi bir lüksümüzde olmadığından “Elimizde TUZLUK” koşturduk durduk.
Kabul etmek gerekir ki insanın kendisini bulduğu,
kendisi için bir şeyler yapacağı,
Evlendiği çocuklarına baba hanımına iyi bir eş anne babasına iyi bir evlat olma yaşı 30 ile 55 yaşları arasındadır,
Kime sorsanız herkes “Eğer para kazanacaksan servet yapacaksan bunu 30 yaşından 55 yaşına kadar yapacaksın sonrada keyfine bakacaksın” diyecektir.
Biz tam tersine bir “Hilal-i Ahmer” çerçevesinde 30 yaşımızdan itibaren en verimli olacağımız Anadolu tabiri ile “kendimize gün ağlayacağımız” zamanı inanımızın bir türlü bitip tükenmeyen sorunlarına çözüm bulabilmek adına heba edip durduk.
Sözünü ettiğimiz tarihler arasında biz şahıs olarak iktidar yüzü görmedik,
Daha doğrusu iktidarda bulunan bir siyasi partinin mensubu hiç olamadık,
Dolayısı ile vatandaşlardan gelen yardım talepleri üzerine hemen telefonu kaldırıp derde deva olacak bürokratlara “Şu işimizi çözün” ricasında bulunacak pozisyonumuz hiç olmadı.
2015 yılından sonra yani 55 yaşımızı tamamladıktan sonra vücudumuzun artık 7/24 koşturacak durumda olmadığını, olsa da eski heyecanımızın yerinde yeller estiğini geçte olsa fark etmenin çaresizliğini yaşamaya başladık.
Birkaç kez daha belirttiğimiz gibi hayatımızın son 10 yılında ayağımızı gazdan çekip frene biraz daha basmaya başladık,
O zaman zarfında zaten dünya değişti,
Türkiye değişti,
İnsanlar ve insan davranışları değişti,
bu kadar değişim içerisinde bizimde aynı kalmamız zaten beklenemezdi.
Biz kendi hayatımız hiç değilse bundan sonrası için biraz rahat geçsin diye frene bastık ancak geçen bunca yıla rağmen
“Yüksel Başkanım kardeşim karakolda kaldı yardım et-
Yüksel abi annem hastanede ameliyat olacak, gün alamıyoruz bir çözüm bul-
Yüksel Ercan, kardeşim Ehliyet sınavına girecek tanıdık bir hoca varmı-
Yüksel başkanım Amcaoğlu Sanat okulunda marangozluk bölümünü kazanmış, Elektrik-Elektronik bölümünü istiyoruz Milli Eğitim müdürü ile görüşürmüsün..”
şeklindeki taleplerin başka başka isimler başka başka kurumlar üzerinden sürüp gittiğine de bir kez daha şahit olduk.
Geçen bunca zamana rağmen ihtiyaçların aynı kalması, Türkiye’nin 30 yıl sonra 40 yıl sonra yeniden o zaman var olan sorunları için çözüm aramak zorunda kalması da gerçekten başlı başına bir sosyolojik olay ancak meselenin bu tarafından kimse bakmadığı için sorunlarda hiç değişmeden devam ediyor.
Yunus Emre
“Keşke demek için bile geçtir vakit,/
Geçti ömrüm bir ah ile
İçi dolu eyvah ile. “
diyor,
Zamanında Yunus Emre’nin de ondan sonra gelenlerinde ömürlerinin AH ile VAH ile geçtiği gibi , bizde bizden sonraki nesillerde muhtemelen aynı şekilde davranmak zorunda kalacak.
Bizim aklımız başımıza biraz geç geldi,
Yaşadığımız sıkıntıları, boşu boşuna kaybettiğimiz zamanı geri getirecek yada zamanı geri çevirecek bir cihazımız yok,
Dolayısı ile artık ne kadar kaldığını bilmediğimiz ömrümüzün bundan sonrasını AH ile VAH ile geçirmemek adına daha dikkatli hareket ediyoruz.
Ömrümüz bitti, herkes çalıştığı işinden emekli oldu lakin biz Tuzlukçuluk mesleğinden emekli olamadık, bu gidişle bizimki “Mezarda emeklilik” gibi olacak.
Üstelik bunca yıl kendi derdimize derman olamamış birisi olarak.