Var olmanın dayanılmaz hafifliğiyle

Çözmeye çalışırsın sırrını dünyanın

Tosladıkça toslarsın aklın sınırlarına

Deli divaneye dönersin çaresizce

Her şey birikiyormuş üst üste

Her gelen bir tuğla bırakıyormuş geleceğe

Her tuğla da altındakinden alıyormuş gücünü

Sonsuza dek uzanıyormuş imece usulü…

Yıllar sonra küçümsenecek şimdiki aklın

Nazım ustanın deyişiyle:

Babandan ileri, doğacak çocuğundan geri kalıyorsun

Ve yaşam da sürüp gidecek öylesine

Var olmanın dayanılmaz hafifliğiyle…

Öyle bir şey işte…

***

Hiç bir şey birden ol(uş)mamıştır. Hiçbir icat-buluş- birden bire ortaya çıkmamıştır. Hiçbir din de birden bire ortaya çıkmamıştır… Kısacası her şey bir birikimden, evrilmeden ve değişimden ibarettir…

İnsanoğlu var oluşundan beri doğaya, doğa olaylarına ilgi duymuş, doğa olaylarından korkmuş, korktuklarını tanrılaştırmış, dizginlemeye yönelik hep kafa yormuştur ve çeşitli yorumlamalar getirmiştir ve günümüzde de getirmeye devam etmektedir… Mitolojik çağlarda, korkulan doğa olayları karşımıza hep birer tanrı olarak çıkmış… Mitolojik çağlardan sonra Thales’le birlikle başlayan sorgulama, doğa olaylarını akıl-mantık yoluyla çözerek anlama anlayışı, mitostan logosa geçiş olarak yorumlanmış ve felsefenin de başlangıcı olarak  kabul görmüştür… Bu durum akıl dışılıktan, akıl yoluyla düşünmeye geçişin de bir başlangıcı gibidir…

***

Her şeyin kendisinden meydana geldiği türediği-türetildiği- düşünülen töz- arkhe- üzerine ilk çağ filozofları hep kafa yormuşlar. Varlığın aslı, esası, özü nedir sorusuna yanıtlar aramışlardır. Thales’e göre arkhe su, Anaksimenes’e göre hava, Empodokles’e göre toprak, su, hava ve ateştir. Duyularla kavranamayan, doğada bulunmayan bazı soyut varlıklar da arkhe olarak düşünülmüş. Anaksimandros aperionu –belirsiz olan- sınırsızlık-, Parmenides’in küre şeklindeki “Bir’i”, Pythagoras’ın sayıları, geometrik nesneleri, Demokritos’un atom’unu bunlara örnek gösterebiliriz…

***

İnsanoğlu birden ateşi, tekerleği, kâğıdı, pusulayı, bisikleti, uçağı, televizyonu, bilgisayarı vb bulmuş değildir. Tüm bunların hepsi insan düşüncesinin- bilgisinin- birikiminin, diğer bir anlatımla düşüncelerinin evrilmesinin de bir sonucudur…

İlk bilgisayarı abaküs olarak düşünürsek, daha sonraki çağlarda sadece toplama çıkarma yapan hesap makineleri ve 1950’lerde de bir oda büyüklüğünde olan ama fazla bir işlevi olmayan bilgisayarları ve günümüzün bilgisayarlarıyla karşılaştırırsak insanoğlunun teknolojik bilgi birikimlerinin nerden nereye geldiğini gözlemleyebiliriz. Nereye doğru gideceğini ise bir takım önkestirimlere rağmen tahmin etmek oldukça zordur… Düşünün ki, üç boyutlu yazıcılar ve bu yazıcılarla otomobiller üretilecek…

Thomas Edison ampulü şıp diye bulmamıştır, diğer bilim adamlarının düşüncelerini, bilgi birikimlerini, kendi deney ve deneyimlerinin bir aşamasından sonra üç bine yakın madde ve karışımını deneyerek bulmuştur.

Batının gelişmişliğine büyük katkı sağlayan J.Watt’ın bulduğu buhar makinesinin geçmişi de; Mısırlılara, Romalılarla kadar dayanıyordu. J.Watt, tamir edilmek için kendisine bırakılan buharlı kazanları tamiratı sırasında buharla çalışan motoru bulmuştur…

***

Birikimler, sadece maddi konular da değil, toplumsal yaşamı ilgilendiren, hukuk, din, toplumsal ilişkiler yönünden de olmuştur…

Dinlerin de bir birikim ve evrilmenin sonucu olduğunu, dinlerin gelişim sürecine, dinlerin tarihlerine baktığımız zaman rahatlıkla bunu görebiliriz. Şimdiye dek insanoğlu’nun 40bine yakın dini eskittiğini bilim adamları söylüyor… Dünya aslında bir dinler mezarlığına dönmüştür…

Sosyolojinin kurucusu Auguste Comte, insanoğlunun din serüvenine üç hal yasası diyor: Comte göre; insanlık önce Teolojik hal içindeydi, daha sonra metafizik hale, günümüzde de pozitif hale geçmiştir. Teolojik Hal: Buna hayali hal de diyebiliriz… İnsanoğlu ilk önceleri çevresindeki eşyaları tıpkı kendisi gibi canlı ve akıllı olarak düşünmüştür(Fetişizm) Bu anlayış binlerce yıl sürerken, insanın din düşüncesi evrilerek, çevresindeki olayların, doğa olaylarının görünmez varlıklarca yönetildiği inancı doğmuştur. (Çok tanrıcılık) Teolojik halin son gelişim basamağı ise, bu görünmez varlıkların tek ve büyük bir iradenin yönetiminde olduğu inancına varılmıştır. (Tek Tanrıcılık)

Metafizik hal ise insanoğlunun soyutlama halidir. İnsanoğluna göre artık evreni yöneten insana benzeyen bir varlık değil soyut bir güçtür. Ortaçağın sona ermesi ve aydınlanma düşüncesi ile birlikte insanoğlu metafizik halden pozitif hale geçmiştir… Bilimsel ilerlemeler, nedeni bilinmeyen çoğu şeyleri bilim kanunlarıyla açıklamaya başlamıştır… Doğa ile ilgili dinsel verilerin yanlışlıkları, deney, gözlem, bilimsel buluşlarla birlikte çürütülmüştür… Kısacası süreç içinde insanoğlunun; teolojik açıklamalarının yerini metafizik açıklamalar ve metafizik açıklamalarının yerini de, pozitif açıklamalar almıştır… Comte, dinin gerekliliğini benimseyen biri olarak insanoğlunun bir "Dünya dini" yaratması gerektiğine inanmış bunun da çalışmalarına başlamıştı… Comte’nin bu anlayışı İnsan Hakları Evrensel beyannamesi türündeki uluslar arası antlaşmalarla bir ölçüde günümüzde gerçekleşme evresine girmiştir.

***

Birikim, evrimleşme dünden bugüne olan bir şey değildir. Yüz yılları, binlerce yılı aşan bir süreçtir. Bizler, bir birikim yaratabiliriz ama bunların sonuçlarını göremeye biliriz… Küreselleşmeyle birlikte Dünya küçülmüştür. Dünya’nın en uç noktasındaki bir olay anında ekranlarımıza yansıyor… İnsanoğlunun damak zevki bile süreç içinde uluslar arası sektörler aracılığıyla aynılaşıyor… Dinler, dinsel olgular artık herkesin gözü önünde… İnsanoğlu istediği bilgilere artık rahatlıkla ulaşıyor.  Çok iddialı bir şey olacak ama Dünya’da çok sayıda dil ölecek, insanoğlu tek dile doğru – bu dil büyük olasılıkla İngilizce olacak- yönelecek… Bin yıl sonrasının Dünyası bambaşka olacak, bu oluşumu da birikimler ve evrilmeler sağlayacak…

Kısacası her şey birikimdir…