Güç, normalin sınırlarını aşmadığı ve kontrol edildiği sürece olumlu ve gereklidir. Normali aşan güç, istemsiz iş ve eylemleri gerçekleştirdiğinde, olumsuzluk sınırlarına girer. Normali aşan doz zehir, güç ise, şiddet olarak tanımlanır. Aslında normali aşan gücün yıkıcılığı artar. Ekşi sözlük bu konuyu şöyle açımlıyor : “Güç yozlaştırır, mutlak güç mutlaka yozlaştırır! bazı insanlarda gücün insanları yozlaştırdığına dair bir inanış var. ancak yozluğun kaynağı da, sebebi de güç değil. yozluğun kendisi de sebebi de ayrıcalıktır. ayrıcalık, egoyu tatmin eden yönüyle bir bağımlılık yaratır. bu sebeple insanları ayrıcalıktan da, gücün kötüye kullanımından da ayırmak zordur. yani ayrıcalık gücün kötüye kullanımından doğar. ancak güç tek başına yozluğun sebebi değildir. gücü kullanan kişide gücün ayrıcalık lehinde kullanılmaması yönünde bir bilinç varsa yozlaşma meydana gelmez. bunun pek çok örneğini güç kullanmış ama kendisine ve yakınlarına ekstra bir ayrıcalık sağlamamış insanlar arasında bulabiliriz.”(EKŞİ SÖZLÜK)


Normali aşan güçlerin kontrolünde toplumsal kurumlar ve kurallar devreye girer. Kurumlar işlevsizleştirilince; devlet, varlığı açısından çok önemli olan ve olmazsa olmaz varlık nedenlerini kaybeder. Kurumlar sönünce, otoriterlik ön plana çıkar. Bu istemsiz durum devletin varlık nedenini zedeler. Devlet, belirlenmiş olan sınırları içindeki tüm vatandaşlarının, özgür iradi katılımlarıyla oluşan bir yapılanmadır. Bu olması gereken yapılanmayı, yine devletin olanaklarıyla değiştirip mevcut sistemi dönüştürmek, hiçbir koşulda demokratik değildir! Devlet olanaklarıyla sadakat satın alıp, iktidarını sürdürmek; yaşamın her alanını (çoğunluk açısından) olumsuz olarak etkiler.
Demokratik sınırlar içinde kalan ve istendik biçimde yönlendirilen güç; üreten ve yaratan olduğu sürece yararlıdır. Yoğunlaşma normali aşınca, zararlı olmaya başlar. Işığın yoğunlaştırılmasıyla lazer silahı elde edilir ve bu silahın yıkıcılığı tartışılmaz. Ses yoğunlaştırılınca o da yıkıcı bir silaha dönüşür.
Aslında tartışmaya çalıştığımız konu, toplumsal yoğunlaşmalar üzerine. Yoğunlaşmanın toplumsal biçimlerine ve etkilerine bakalım. Örgütlü yapılanmalar, toplumsal yoğunlaşma örnekleridir. Dernekler, sendikalar, kooperatifler, birlikler ve siyasi partiler, yasal kuruluşlar olarak üyelerinin hak ve menfaatlerini korurlar. Toplumsal örgütlerin iç işleyişinde, kontrolsüz yoğunlaşmalar yapı bozunumuna neden olur. Bu bozulma, yalnızlaşma veya yozlaşma olarak değerlendirilmektedir. İnanç temelli sivil oluşumlardan söz edilemez. Buna karşın en yaygın yoğunlaşmalar inanç çevresinde oluşur. İnanç grupları büyük kitlelerle birlikte, inanılması güç boyutlara ulaşan ekonomik varlıklara sahip olurlar. Bu güce kavuşan yapı içinde güç yoğunlaşmasına tanık olunur. Bu yönde gelişen güçler, paylaşımdan daha çok pay alarak iktidara ortak olurlar(!) 


Yozlaşmak, olması gereken belirleyici niteliklerinden uzaklaşmaktır. Bir insanın etik değerlerden uzaklaşarak, olması gerekenden koparak, olmak istediği gibi olması hali yalnızlaşmaktır! Toplumun eğitim yoluyla kazandırdığı değer yargılarından uzaklaşmanın temelinde yanılsamaların olduğunu görürüz. Kendisinin büyüklüğüne, gerekliliğine, ayrıcalıklı olduğuna ve bütün “enleri” bünyesinde topladığına inanmak(!) Kendisinden başkasını görmemek ve kendisini bile duymamak halidir güç tutsağı olmak!
Yoğunlaşmak, normali aşmaktır. Özellikle toplumsal sorunlarda yoğunlaşmalar genellikle toplum yararına olmaz. Yoğunlaşmak, ayrışmak ve farklılaşmaktır. Yozlaşmak, verili yapıda gücünü ve etkinliğini artırmaktır. Ekonomik güç, mutlaka belirleyen ve yöneten olmak ister. Güç, iktidarın yolunu açar. Taşkın güç, istediklerini gerçekleştirmenin aracı olur. Güç arttıkça, istemler kurum ve kural tanımaz(!) Yasa ve etik güç tanımayan güç, bir noktadan sonra kendisini tüketmeye başlar. Ancak, bütün bu süreçler, sıradanların sırtından sağlanır(!) Daha açık bir biçimde ifade edersek; güç, güç kayıplarının üstünde yükselir. Her kazananın olduğu yerde, birden çok kaybedenin olması kaçınılmazdır. Bazı kişiler, kuralsız ve aşırı bir biçimde kazandığında, mutlaka toplum kaybediyordur! Bir kişinin normali aşan güçler kazanması, normalde konumlanan yığınların kaybetmesi ile olanaklıdır. Bu nedenlerden dolayı, özgür bireyler her koşulda haklarına ve toplumun varlıkları ile tüm değerlerine sahip çıkmalıdırlar. Bunun yolu demokrasiden ve laiklikten geçmektedir. Laiklik, tüm insanların inançlarını ve yaşama biçimlerini güvenceye alır. Yasal ve etik kurallar, normal aşımlarını; farklılaşmaları, yozlaşmaları ve güç tutsaklığını engeller!