BİRLİKTELİKLERE…

Siyaset bir yönetme sanatıdır. En iyi yönetim en çok katılımı sağlayan yönetimdir. Bunun için örgütlenmenin ve kurumsallaşmanın gerekliliği görülmektedir. Siyasi partiler toplumun sorunlarını çözmek için bir program oluştururlar. Siyasi parti ortak sorunları olanları sorun çevresinde ve çözüm temelinde bir araya getirir. Siyasi partilere ele aldıkları ve çözümler önerdikleri sorunlar açısından yaklaşırsak, sınıfsal bir tercihin olduğunu görürüz. Buna karşın bazı partilerde ülkenin en zengini ile en baldırı çıplağını bir arada görmek olasıdır. Bu olguya katılımın gereğidir denebilir. Gerçek katılım benzerlerin bir araya gelmesi sonucunda oluşabilir. Çünkü birlikteliğin ortak paydası artar ve gerçek çözümler ortaya çıkar. Bir siyasi partide aidat ödeyemeyen ile, partiye ihtiyacına göre bonkörce bağış yapanın itibarı aynı olmaz. Seçme hak ve özgürlüğü ile, seçilme hakkının da yaklaşık olması gerekir. İşte bu noktada Nasrettin Hoca’nın uyarısı devreye girer; “Parayı veren düdüğü çalar!” Partiyi finanse edenler aynı zamanda parti politikalarını da belirler. Bu olgu nedeniyle tam katılım değil, aşkın katılımla, aksak katılım aynı kümede yer alır(!)

Yığınlara kendi gerçeklerini anlatmakta zorlanıyoruz. Muhatabımız, yaş iken eğilmiş olanlar. Aslında bu gelişimi çarpıtılmış olanlar olarak anlaşılmalıdır. O eğdikleri canlar bir daha hiç doğrulamadılar…Onların yüz yıllık bir kinleri ve onun arkasında da altı yüz yıllık rezervleri var(!) Osmanlı ölüleri ile, onların geride bıraktıkları üzerinden savaşmak zorunda kalmak hiç hoş değil. Kurgulanan ortamda gerçekçi olmayan milliyetçiler ve anadilde olmayan bir inanç var karşımızda. Oysa; “Cumhuriyet, kimsesizlerin kimsesidir.” dendiği zaman tam da onlar kastediliyordu.

Sadece Anadolu’da değil, tüm Orta Doğu’da kurulan örgütler içinde ulusal bilince sahip olan tek sivil oluşum, Kuvayi Milliyedir. Tüm Anadolu halklarını kurtuluş şemsiyesi altında toplayabilmiştir. İşte bu katılımlı oluşum; “Kimsesizlerin kimsesi” ni yaratabilmiştir. Bu nedenle Cumhuriyet olgusu, pozitif bir yaşam algısını işaret eder. Cumhuriyet bu mücadeleyi verdiği sürece kendisini geleceğe taşır.

Eşitlik temelli demokratik milliyetçiliğe bakmak gerek. Yasalar önünde, paylaşımda ve fırsat eşitliği temelinde yaklaşmaktadır sorunlara. Bu nedenle Cumhuriyet her özgür bireyine, her şey olabilme şans ve olanağını tanımıştır. Atatürk milliyetçiliği eşitlik temelini öngörmektedir. Ön açan, yol gösteren ve destekleyerek el atan bir çağdaş yaklaşım. Bütün bunların temelinde kadın hakları ve “Üreten köylü milletin efendisidir.” Söylemi yaşama geçirilmiştir. Bu slogan ayrımsız, birleştirici ve değişim temelli bir yaklaşımdır. Dayanışmayla üreten, adil olarak paylaşan bir bütünleştirici yaklaşımdır.

Bu mirasın doğal sonucu olarak milliyetçilik söylemi fiili olarak yurtseverliğe dönüşmüştür. Yurtsever sadece yurdunu seven değil, yaşamın her alanında sevmesini bilendir. Ülkesini, halkını, ülkesinin tüm varlıklarını; doğasını, havasını, suyunu ve aynı zamanda öteki can dostlarını sevebilendir. Yurtsever yakın çevresinden yola çıkar, sevgisiyle ülkesini kucaklayınca aşar ülke eşiğini; hiçbir ayrım gözetmeksizin insanları ve tüm varlıkları bir değer olduğu için sever. Doğayı dünya insanlık ailesinin ortak değeri olduğu için ve çevreyi varlıklara yaşama ortamı sağladığı için sever. Soldan atan yüreği, ayrımsız olarak; iyinin, güzelin, doğrunun ve meşru olanın yanında yer alarak haklılar kervanına katılır. Bunun için yurtseverlik her koşulda, emek öncelikli sevmeyi bilmektir!

Bilinçsiz istemlerle planlanmış politikalar, toplumsal çürüme noktasında kesişir. Tabandan gelen görmeyen, duymayan ve bilmeyen yığınlar; olması gerekenlerden ve alışılmış olan normallerden uzaklaşarak sadece çıkarlarını gözetmeleri, toplumsal çürümeye ivme kazandırır. Tepeden gelenler ise; kurum, kural ve yasaları hiçe sayarak sadece kendi çıkarlarını ülke çıkarının önüne koyarlar. Tüm kaynaklar bilimsellikten uzak bir biçimde kullanılır. Bu süreçlerde sistem, yoksullardan alarak zengine verir. Haksız ve hukuksuz olarak oluşturulan üst kesim, kendisini her şeyin üstünde görmeye başlar. Böylece iş, “Tuz koktu(!)” denen noktaya varır(!) Kötülük hızla yayılır ve ülkenin bedenini felç eder. Güven ve güvenlik ortadan kalkar; büyük çoğunluk için her an, her şey olabilir iklimine girilmiş olur!...